Başbuğun Ardından

4 Nisan 2015 Cumartesi günü Sayın Alparslan Türkeş’in ölüm yıldönümüydü. Milyonlarca seveninden birisi olarak kendisini ben de hayırla yâd ettim. Dualar ettim…5 Nisan Pazar günü evden pek çıkmadım. 18 yıl önceki o yerin...

4 Nisan 2015 Cumartesi günü Sayın Alparslan Türkeş’in ölüm yıldönümüydü. Milyonlarca seveninden birisi olarak kendisini ben de hayırla yâd ettim. Dualar ettim…

5 Nisan Pazar günü evden pek çıkmadım. 18 yıl önceki o yerin ve göğün ağladığı unutulmaz cenaze törenini ve ardından yazılan makaleleri okuyarak vakit geçirdim.

Türkeş Beyi çok iyi tanımayan ve onun fikirlerini bilmeyen genç kardeşlerime yararlı olur düşüncesiyle Sayın Ahmet KABAKLI tarafından yazılan ve 10 Nisan 1997 tarihinde o günkü Türkiye Gazetesinde yayınlanan “CENNETE UĞURLARKEN DUYGULAR” başlıklı aşağıdaki makaleyi köşemde yayınlamaya karar verdim.

CENNETE UĞURLARKEN DUYGULAR

Düşünce âlemi, duyguları ve eylemleriyle kâmil bir "alperen" dediğim Türkeş’i, milyonların uğurlama gününde... Tâ Bayındır Tıp Merkezi’nden alınıp, namazı kılındığı, kabrinin bütün vatan ulu Türkistan ve Kıbrıs toprağıyla örtüldüğü dakikaya kadar, onu gösteren TV’lere dalmışım, bir daha gözümü alamamışım...

Orada gördüklerim var, birlikte veya tek başına hatıralarım var, işittiklerim, hissettiklerim, duyduklarım var. 

Türkeş’in o her zaman ki ferah ve mutlu gönlüyle Rabbimize teslim olacağı; milletini sevip hizmet edenlerin Allah katında dahi makbul olacağı şüphesizdir. İşte sanki onun Cennet yolculuğunu kolaylaştırmak için, kabrinin üzerine Mekke ve Medine’den birer avuç misk-ü amber gibi Peygamber kokusu getirmişler. 

Dikkat ettiniz mi: 8 Nisan Salı günü bütün Ankara (bugüne kadar hiçbir gün olmadığı ölçülerde) bir büyük ma’bet hüviyetine büründü. Karlar serpen gökyüzü bir heybetli kubbe idi. Oğuz Han’ın, bütün kıt’alarıyla yeryüzünü kaplamış halde gördüğü o Türk yapısı kubbenin altında her taraf Kur’ân sesi idi, Tekbîr’di, Salevat’tı, Mevlid’di, beş vakit namazdı.

Zaman zamanda cenâze namazı oldu. Türkiye’nin ve tekmil Türk-ilinin, İslâm diyarlarının devlet, hükümet reisleri namazda, Türk âleminin gençleri ise duada, senâda idiler. Bu millet büyüğü Başbuğ’un, Ankara’dan başlayarak, Türklerin bulunduğu her yerde, (dahi yüz-milyonlarca evde) dünya âleme böyle bir din günü yaşatması, bugünkü millet ve milliyet ufkumuzda, İslâm’la Türk’ün birleşen ve birleşerek yükselecek olan bahtına ayrı bir saaadet müjdesi oluverdi. 

Dinlediğim konuşmalar arasında, Sayın Sadi Somuncuoğlu, yakışır bir karşılaştırma yaparak: 

"Türk Ocakları I. Cihan Harbinden önce kurulup, Çanakkale’nin ve İstiklâl Harbi’nin ruhunu hazırladı. Ülkü Ocakları da (şu cenazede görüldüğü üzre) yükselecek Türkiye’nin müjdelerini veriyor." mealinde konuştu. 

Sevgili Başbuğ’un İslâm’la, Osmanlı ile, yani öz benliğimizle daha fazla kaynaştırdığı Ülkü Ocakları milliyetçiliği, inşallah artık acı günler görmeyecektir, kılıcımızdan ziyade kalbimizin şehitsiz ve kansız zaferlerini sağlayacaktır. 

Konuşan dostlardan Namık Kemal Zeybek dahi, rahmetli Başbuğ’un tek parti diktası zulmüne uğratılan 1940 Türkçüleri ile beraber tabutlukları yırtarken gördüğü "Turan" rüyasının, TC’nin, 21.yüzyılına ne inanılmaz bir Türk Dünyası ve refah ufku kazandırdığı üzerinde durdu. Sovyet Rusya’nın yıkılması gerektiğini ve yıkılacağını, 1944’ün bir avuç cefâkar milliyetçisi (Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan, Zeki Velidi Toğan, Orhan Şaik Gökyay, İsmet Tümtürk, Hamza Sadi Özbek ve adını sayamadığım daha birkaç ölümsüz dava eri) ve birlikte ilk söyleyenlerden birisi Alparslan Türkeş’ti. 

O Alparslan Türkeş ki, onu ve arkadaşlarını, alçak korkuları ve bozuk soyları yüzünden, "Türklük ve Turan rüyası gördüğü için" tam iştahla işkencelere atmışlardır... 

O Alperen Türkeş ki 27 Mayıs 1960’ta, CHP’nin kışkırttığı ve soysuzlaştırdığı "27 Mayıs İhtilâli" ne katılıp "kudretli albayımız" olması, Allah’ın milletimize bir lütfudur. 

O Başbuğ Türkeş ki, sonradan CHP uyduları, kendisini ve arkadaşlarını sürgüne gönderdikleri için, milletçe lânetlenmiş ve hacil olmuşlardır... 

Millî kahraman Türkeş ki, 1980’de, ülkenin zayıf günlerinden istifade ederek ikdidarı ele geçiren dedikoducu ve hasetçi diktatörler tarafından dört yıl daha hapse atılmıştır. 

İşte onlar da, ona zulmeden ABD’ci, Sovyetçi korkaklar da daha yaşarken, şimdi, utançtan ölmüşlerdir. 

Merhum Yüce dost ve milliyetçilik zaferlerimizin gâzisi Alparslan Türkeş hakkında, daha kitap dolusu söyleyeceklerim var... Üç dört gündür yazdım. Daha görüşlerimizi Türk edebiyatı dergimizin Mayıs sayısında okuyunuz lütfen... 

Onu tabutluklarda inletenler, Türk dünyası sevgisini, bu millete haram, İslâm dini Tekbir’ini, Türk milletine yasak eden zavallılar, Türk gençliğinin komünizme, büyük şehitler veren mücadelesini, yıllar boyu zindan acıları ile "mükâfatlandırılan" ABD ve SSCB’ce yönlendirilmiş korkaklar... Vatanı istiklâlsiz bırakmak için, bugün hâlâ milletimizi demokrasimizden mahrum etmeye kalkan cahil ve kaba cibiliyetsizler... 

Cenab’ı Hakk’ın, merhum Başbuğ’u yakınına alarak verdiği bu son uğurlama dersi! İnşallah anlamışlardır. Türk gençliğinin, milyonlar halinde verdiği; "Geçmişin kin ve kötülüklerini unut! Geleceğin, millî, iktisadî, ilmî yükselişine kol kanat ver" şeklindeki bu güçlü ihtar, bizi devletsiz ve anarşi içinde bırakmaya kalkan medya ve parti mensuplarının da umarım kulaklarında çınlayacaktır. 

Her iki büyüğümüzü de rahmetle anıyorum. Cenabı haktan rahmet diliyorum. Mekânları Cennet olsun…

 

Yazarlar Haberleri