Türk Şiirinin Beyaz Kartalı Bahaettin Karakoç ağabey şiirin kanatlarında uçmağa gitti. Şiiriyle ülkesine ve dostlarına gönle ve kalbe işleyen sesler ve kelimeler bıraktı ve dünyâdan kurtuldu gitti. İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciun.
Kelime avcısı usta şairi tanımak, anlamak için çok zahmete gerek yok. Tasavvufî anlamda “bakma”yı bilen ve kelimelerin, mısraların derûnuna inebilen için onun yüreğine “Beyaz Dilekçe” şiirinden bakmak mümkün.
“Rahman Ve Rahim Olan Adına Sığınarak /Açtım İki Elimi, Kor Gibi İki Yaprak / Bir Edep Ölçeğinde Umutlu Ve Utangaç /İşte Dünya Önünde, Benim Ruhum Sana Aç / Bu Seyriyen Ellerle, Senden Seni İsterim/ Senden Seni İsterken, Canımdan Çıkar Tenim /Sana Âşık Ruhumdur, Merceği Yakan Işık /Gözlerim, Cemalini Görmeden De Kamaşık / Bir Mirasyediyim Ben, İflasın Eşiğinde / Hep Sabırla Çürüyor, İhlas Bileşiğinde /Kimin Kimlik Ararken, Hem Güler Hem Ağlarım /Yükseklerden Dökülen, Sular Gibi Çağlarım / (…) /Bir Beyaz Dilekçedir, Sana Her Yalvarışım /İmanımla Amelim, Hem Perdem, Hem Nakışım.”
“Şiir ülkesinin sultanıdır şair” diyordu Türk Şiirinin Beyaz Kartalı Bahaettin Karakoç. Kendi mısraından ödünç alarak söyleyelim: Şiir ülkesinin sultanıydı o. Şiir “ses”den oluşan bir terkiptir ona göre. Şairin ilk görevi budur. Ayrıca şairi mesaj iletmekle yükümlü tutar. Şairi Mutlak Gerçek’in sevdalı arayıcısı olarak görür. İnançlarına bağlı olduğunu ve şiiri Allah’a ulaşma yolunda bir vasıtadır. Şair böyle bir âlemin içinde sarhoştur. “Yeryüzüne tesadüfen gelmemiştir.
Mehmet Narlı’nın ifadeleriyle şair duygularını bir armoni kıvamında şiirleştirirken, tefekkürü dışlamaz, bütünlüğe dikkat eder; sınırları karıştırmaz, mevsimleri şaşırtmaz. Sorgular, uyarır ama üçayaklı sehpada ceset sergilemez. Şiir ülkesinin sultanıdır şair; tebaası güzel şiirden anlayan herkestir. Çoban şairler, kılavuz şairler için geçerlidir bu söylenenler; sürüdeki sıradan şairler için değil; omuzu heybeli bulvar ozanları için değil.
Bahaettin Karakoç, şairi, kâinatı yüreğine sığdıran sevgi dolu biri olarak değerlendirir. Karakoç’un şiirlerinde ve düşüncelerinde tasavvufî anlam ve mazmun fazlaca yer alır. Yunus Emre’nin “Yaratılanı sevdik Yaradan’dan ötürü” mısraını işaret eder geniş sevgi kaynağında.
Ona göre şair, “şair, şiirinde mutlak gerçek’i zikreder” ve diğer insanlardan farklı bambaşka şeyleri görebilen ve hissedebilen insandır:
“Sıradan insanların duymadıklarını duyan, görmediklerini gören, bilmediklerini, yorumlayamadıklarını yorumlayan, şiirle yatıp kalkan, şiirle düşünüp, konuşan, ilham kaynaklarına çirkin ve haramı bulaştırmayan; kafaları ve gönülleri kurcalayıp metafizik ürpertilere sinyaller gönderen; kelimelere kanat takıp ruh üfleyen, şiir olgusunu bir hobi olarak değil, ulvî bir meslek olarak kabullenen, şiir kültürüyle edebiyat dünyasında özgür bir oylum oluşturan ve daima şiirleriyle Mutlak Gerçek’i zikreden üslûp sahibi bir sanatkârdır” (Kelimeler Sultanıyla Bir Şiir Sohbeti, Tepe Edebiyat, 1991 sayı:10: 8-11, İstanbul).
Ah, Bahaettin ağabey! Yüreğinde ne dertler vardı da ömrünü insanın derûnuna işleyen şiirlere, kelimelere adadın?