Kahramanmaraş'ın ileri gelen sanayicilerinden Mehmet Büyükdereli'nin fabrikasında, cumartesi günleri toplanıp yemek yer, sohbet ederiz. Biz memur bir kaç kişi hariç, diğerleri fabrikatör kişilerden meydana geldiği için sohbette daha ziyade pamuktan, iplikten, ürodan, dolardan bahsedilir. Bu konular bizleri pek açmadığı için sık-sık konuyu değiştirir isek de döner dolaşır aynı konuya girerler.
Devir döndü- değişti. Kahramanmaraş'ta bir vergi kontrolü ve ceza dönemi başladı. Bu sefer bizler sohbet ederken fabrikatörlerin suratı asıldı. Burunlarını sıksan canları çıkacak. Havayı yumuşatmak için “Müsaade ederseniz size Mevlana'nm Mesnevisi'nden bir şeyler anlatayım.” Dedim.
Anlatmaya başladım: “Konya”da yaşayan fakir bir adam kış bastırınca yazın çarşı pazar işlerinde kullandığı eşeğine arpa-saman parası bulamaz duruma gelince, sarayın tavlasında çalışan arkadaşına dert yanmış ve eşeğini tavlanın bir köşesinde yaza kadar barındırmasını rica etmiş. Arkadaşı da, eşeği'arka kapıdan getirip gizlice kendisine teslim etmesini söylemiş.
Eşeği getirip tavlanın izbe-karanlık bir köşesine bağlamışlar. Hayvancağız bir taraftan atların artıkları ile geçinip giderken, diğer taraftan atların saltanatına bakıp '“Allah'ım, beni niye bunlar gibi at olarak yaratmamış” deyip hayıflanıp dururmuş.
Çünkü atların her gün tımarları yapılır. Yeleleri kuyrukları taranır. Kısık yerleri ve ayaklan suyla yıkanır.
Üşümesinler diye üstleri çulpalazla örtülür. Atlar güneşli havalarda geziye çıkartılırmış.
Bu arada kendine “Necisin?” diyen dahi olmazmış. Birkaç ay bu tezatlar arasında ve aşağılık duygusu içinde geçmiş.
Kışın bitiminde saraydan; komşu ülkeye harp ilan edildiğinden atların hazırlanması emri gelmiş. Bunun üzerine bütün atlar nallanmış, eyerlenmiş, kafalarına alınlıklar takılmış, kuyrukla düğümlenmiş ve askerler binip yola çıkmışlar.
Aradan bir süre geçmiş. Savaş bitmiş ve atlar tavlaya dönmüşler. Eşek bulunduğu köşeden bakmış, atların bir kısmı hiç dönmemiş belli ki harpte ölmüşler... Dönenlerin çoğu da yaralanmış. Atları yere yatırıp, dört ayağını bağlıyorlar. Kimisinin yarasını kızgın demirlerle dağlıyorlar, kimisinin yarasına kızgın yağ döküyorlar, hayvanların naraları tavlayı inletiyor. Kimi sürünüyor, kimi topallıyor...
Bu manzarayı gören eşek kendi haline şükretmiş “Demek ki, bunlara boşa bakmazlarmış. Bunların da bir kara günü varmış. Bunların atlığından benim eşekliğim daha iyi galiba” deyip Allah'ına şükretmiş.
Biz memurlar, size bakıp imreniyorduk. Bu kara gününüzü görünce bizim memurluğumuz yine sizin fabrikatörlüğünüzden iyimi ne deyip Allah'ımıza şükrettik.”
Bunun üzerine işadamlarının ileri gelenlerinden öğrencim Kadir Kurtul “Hocam bunu yaz bana ver. Esas bizim büyüklerimiz, kadanalar, Ankara'da, toplantıya gittiğimde bunu onlara da okuyayım” dedi.