Osmanlı döneminde çocuklar için sıbyan mektebine başlama çağı 4 yıl 4 ay ve 4 gündür. Sürekli açık olan bu okullara 4 yıl 4 ay 4 günlük çocuklar; bir şenlik havasında amin alayları ve Bed'i Besmele merasimleriyle başlardı. Genellikle her mahallede camilerin avlusunda ya da camilere bitişik tek bir odadan ibaret bu okullar taş yapılı olduğu için "Taş Mektep" diye de anılırdı. Hemen her mahallede bulunan ve erişimi kolay olan, bu okullarda kız-erkek karma eğitim verilirdi.
Avrupa’da modern okul öncesi eğitiminin temelleri İtalyan’ın ilk kadın doktoru olan Maria Montessori tarafından atılmıştır. Asistan doktor olarak atandığı Roma Psikiyatr kliniğinde zekâ engelli çocuklarla çalışmıştır. Bu çocukların sınavlarda diğer çocuklardan daha başarılı olması sonucu bu model dikkatleri çekmiştir. Montessori yaklaşımının özünde; çocuklara araştırma, deneme, hata yapma ve hatalarını kendilerinin düzeltmeleri için verilen fırsatlar vardır. Çocuklara ergonomik ve özgür bir ortamda, arkadaşları ile sosyal iletişim kurarak gelişmesi sağlanmaktadır.
Çocuklarda zekâ gelişiminin %70’lik kısmının 7 yaşına kadar tamamlandığı bilinmektedir. Beyin gelişiminin en hızlı olduğu doğumdan ilköğretim birinci sınıfa kadar olan süreci kapsayan okul öncesi eğitim dönemi, tabiri caizse gömleğin ilk düğmesi gibidir. Bu nedenle okul öncesi eğitim anne babanın yalnız başına üstesinden geleceği kadar basit bir konu değildir. Bedensel, sosyal, duygusal ve psikomotor gelişimlerinin büyük ölçüde tamamlandığı; bunların yanında sevgi, saygı, sosyalleşme ve paylaşım gibi temel duyguların da gelişimi açısından çok büyük bir önem arz eder.
Millî Eğitim Bakanlığı 2022 yılında 40 bin yeni ana sınıfı açarak 5 yaş grubunda okullaşma oranını %72’den 93'e çıkaracağını belirtti. Bu oran Batı Avrupa ve İskandinav ülkelerinde %100; diğer Avrupa ülkelerinde %90’ların üzerindedir. Yani gelişmiş ülkelerde okul öncesi okullaşma oranı yüksek, gelişmemiş ülkelerde ise düşüktür.
Bakanlık bu kapsamda köy okullarını ve köydeki anaokullarını da açmayı planlıyor. Bu açıdan düşünüldüğünde de karar yerindedir. Günümüzde pandemi ortamını dikkate alırsak köy okullarının açılacak olması mantıklıdır. Kırsaldaki nüfus yoğunluğu ve sınıf mevcutlarının az olması, teknolojik alt yapı ve öğretmen sorunun çözülmesiyle avantaja çevrilebilir. Burada bir adım daha ileriye giderek o çocukların ailelerine de eğitim verilebilecek projeler de hayata geçirilmelidir.
Şehirde bile olsa okul öncesi eğitim kurumları mümkünse bahçeli, az katlı bağımsız bina şeklinde ve her yönüyle çocuklara hitap edecek şekilde düzenlenmelidir. Okullar, çocukların yürüyerek erişebileceği, güvenle gidebileceği mesafede olmalıdır. Bina fiziki ortam ve dış görünüş olarak soğuk bir beton yığını değil, tabiri caizse cicili bicili çocukları kendine çekecek şekilde rengarenk dizayn edilmelidir.
Okul öncesi eğitiminde sadece nicelik değil, nitelik yönünden de önemlidir. Görülüyor ki hem kültürel kodlarımızdan hem de modern eğitim sisteminin nimetlerinden yararlanarak daha nitelikli bir okul öncesi eğitim sistemine yönelmek sağlıklı bir düşüncedir. Asırlardan süzülen kadim Türk geleneği ile modern çağın eğitim felsefesini harmanlayarak, daha nitelikli bir eğitim verilmesi ülkemizde kaybedilen yılların telafisi bakımından atılan önemli bir adımdır.
Dr. Nurullah KILINÇ