PASLI BİSİKLET
1990’lı yıllardı.
Tayin olduğum sağlık ocağının kapısına vardığımda güneş batmıştı.
Geleceğimden haberi olan Âdem, ocağın önünde beni bekliyordu.
Tanıştıktan sonra, ocağın lojmanına çıktık. Şehirden çok uzak; küçük bir kasabası olmasına rağmen çok güzel bir sağlık ocağı ve lojmanı vardı.
Kasabanın dolmuşuna yükleyip getirdiğim malzemeleri yerleştirdikten sonra, Âdem evine gitti.
Kocaman binanın içinde yapayalnızdım. Ebe hanım izne ayrılmış, doktor da yokmuş zaten. Sağlık ocağının yanında belediye binası ve biraz ilerisinde ilkokul ve küçük bir camii, karşısında bakkal ve bakkalın yanında bir değirmen vardı. Evler sağlık ocağından uzak, karşı tepeye kurulmuştu.
*
Sabahleyin kalktığımda, sağlık ocağın bahçesinde bir delikanlı, ağzıyla araba motoru ve korna sesi çıkararak bisiklet sürüyor; arada bir durup bisiklete:”Çok yavaş gidiyorsun!” diye kızıyor, bisikletine vuruyordu. Özürlü olduğu her halinden belliydi. Bisikletle kavgası çok hoşuma gitmişti. Biraz sonra, zinciri olmadığı için üzerine binip ayaklarıyla ittiği, kendine göre çok küçük olan bisikletiyle uzaklaşıp gitti.
Sabahleyin Âdem geldiğinde bisiklet süren o çocuğu sordum. “Yahya mı?” dedi. “O deli!” dedi. “Karşı obada oturur. Babası yıllar önce öldü. Annesiyle beraber yaşar; ama annesini bu dünyada bıktırdı” dedi.“O zavallıya hep kötülük yapar, hatta bazen dövdüğü de olur” diyerek ilave etti.
Üzüldüm. “Bir daha gelirse benimle tanıştırır mısın?” dedim.
“Sen hiç merak etme” dedi. “O buraya günde iki-üç kere uğrar!”
Âdem ocağının temizliğini yaparken ben de ilaçları kontrol ediyor, eksiklerimizi tespit etmeye çalışıyordum.
Birkaç pansuman geldi, onlarla ilgilendim.
Biraz sonra bağırma-çağırmalarla birisi girdi sağlık ocağına.
“Sus ayıp oluyor Yahya!” diyordu Âdem. O hâlâ koridorları çınlatmaya devam ediyordu.
Koridora çıktım ki, Yahya’yla göz göze geldik. O anda sustu Yahya. Küçük parlak gözleriyle bana baktı, temiz olmayan kocaman dişleriyle bana bir tebessüm gönderdi. Ben de ona güldüm.
“Hoş geldin Yahya!” dedim. O hâlâ gülmeye devam ediyordu.
Ben de hiç kıpırdamadan Yahya’ya güldüm. İlk sıcak arkadaşlığımızın başladığı andı bu!.
“Bana ilaç ver!” dedi, zor anlaşılır kelimelerle.
“Ne ilacı Yahya?” dedim.
Biraz daha öfkelenerek “Bana ilaç ver!” dedi. İyice şaşırdım.
Araya Âdem girdi:
“Efendim, arkadaşlar başlarından atmak için ya ağrı kesici ya vitamin hapı verir gönderirler!” dedi.
“Ah Âdem, ah!” dedim. “Hep kötülük yapmışsınız ona, onun günahına girmişsiniz!” dedim. Âdem suçlandı, ama o ne yapabilirdi? Onun suçu değildi ki.
“Tamam” dedim Yahya’ya,”Gel biraz oturalım, sana ilaç vereceğim!”
Zor da olsa oturduk.
“Âdem, hep beraber çay içelim” dedim. Yahya’nın yüzü asıktı. Anlamsız sesler çıkarıyor, beni tepeden tırnağa süzüyor, için için mırıldanıyordu…
Çaylarımız geldi, Yahya’nın çayına şekerini atıp, karıştırdım ve uzattım. Yahya tebessümle aldı. Çok hoşuma gitti bu. Bir sevgi sözleşmesi daha imzalamıştık sanki. Çayı içerken bazen sessizlik oluyordu, bazen de birbirimize bakıp gülüyorduk. Ama Yahya güldüğü zaman bütün binanın içi doluyordu. Öfkesi de öyleydi.
Çayları içtik. Yahya’ya yeni aldığım bir kalem hediye etmek istedim, ama “alayım mı, almayayım mı?” tereddüdünü görünce kocaman bir tebessümle tekrar uzattım; alıp cebine koydu. Hangi gömleğinin cebine koydu, onu da bilmiyorum. Üst üste dört-beş kirli gömlek giymiş, gömleklerin üzerine de kirli bir ceket geçirmişti. O an, memnun olduğunu gösterir kocaman bir gülücük attı bana ve beraberce yine gülüştük.
Bisikletini sordum Yahya’ya, eliyle dışarıyı işaret etti. “Bana gösterir misin?” dedim; beraber dışarıya çıktık. Öyle seviyordu ki bisikletini, her haliyle bunu anlamak mümkündü. Bu arada ilaç isteğini unutturdum mu acaba sorusu da kafamda dönüp duruyordu.
“Bir dakika Yahya!” dedim, içeriden bir bez alıp geldim. O,dikkatle bana bakıyordu. Hortumu takılı musluğunu açıp bisikleti yıkamaya başladım. Yahya’nın o kadar hoşuna gitmişti ki; o kocaman gürültülü gülüşü bütün kasabayı sarmıştı.
Zinciri olmayan, eski ve kendine göre küçük bisikleti temizleyip kuruladım.
“Beğendin mi Yahya?” dedim. Aniden bisikleti aldı, dudaklarıyla motor ve korna sesleri çıkararak gitti.
Âdem: “Efendim bu kadar şımartmayın Yahya’yı; yarın-bir gün odanıza girip sizi rahatsız eder!” dedi. Ben, Âdem’e tebessüm edip sağlık ocağına girdim.
*
Yahya’yı sevmiştim. Hiç kuşkusuz o da beni sevmişti.
Yahya doğuştan öyleydi, öyle yaratılmıştı. Bu hayata özürlü gelmiş, öyle devam edecek ve öyle ölecekti. Kim isterdi çocuklar tarafından “Deli, deli!” diye taşlanmayı? Ya da kim istemezdi 25 yaşına gelmiş bir delikanlının eşi ve çocuklarıyla birlikte, mutlu zaman dilimlerini paylaşmayı?
*
Ertesi gün annesiyle geldi Yahya. Annesi: “Hastayım yavrum, hiç kendimde değilim!” dedi. Tansiyonuna baktım çok yüksekti; hemen bir dilaltı ilaç verdim. Bu arada Yahya’nın yüzüne hüzünler birikmiş, annesini dikkatle süzüyor, onun hayattaki tek arkadaşına bir şeyler olmasından korkuyor gibiydi. “Teyze tansiyon ilacın yok mu?” dedim. O: “Yavrum, bu gün bahçeye gitmiştim, almayı unutmuşum!” dedi. “İlacı yutmayı unutma teyzeciğim, eğer şikâyetlerin devam ederse de şehre doktora git!” dedim.
Teyze, odada dinlenirken Yahya’yı çağırdım yanıma. Oturduk yan odada. Ellerini ellerimin arasına aldım: “Yahya, anneni üzme, eğer üzersen, böyle hasta olur!” dedim. Bana gülerek ‘olur’ anlamında kafa salladı, ben de buna çok sevindim.
*
Yahya gelmedi ertesi gün. Ben gelmeden önce de bazı günler gelmezmiş. “Yarın gelir herhalde” dedim. O gün de gelmedi.
Âdem’e sordum Yahya’yı:
“Efendim, dün geceyi yine babasının mezarı başında geçirmiş. Onu orada hıçkırarak ağlarken görenler zor götürmüşler eve. Gece yağmurda ıslanmış, hasta olmuş.” dedi. Olduğum yerde kaldım, sarsıldım, içimde açılan uçurumlara düştüm sanki. “Deli” denilen Yahya’da ne büyük bir duygu vardı ki onu babasına götürmüştü, mezarı başında hıçkırıklarla ağlıyordu. Bu nasıl bir özlemdi, bu ne büyük bir sevgiydi? O zaman Yahya’yı daha çok sevdim. Hüzünlendim. Beni Yahya’nın evine götürmesini istedim Âdem’den.
Evlerine vardık. Çok fakir oldukları her hallerinden belliydi. Yahya uyuyordu. Ateşine baktım hafif bir ateşi vardı. Annesi iyileşmiş, başucunda oturuyordu. “Teyzeciğim, ıhlamur var mı?” dedim, “var!” dedi. Ihlamur hazırlanırken uyandı Yahya. Öyle bir uyanış, öyle içten bir bakış ve şaşkınlıkla uyandı ki, beni karşısında görünce ne yapacağını şaşırdı ve yatağın içinde doğrulup oturdu. O, saf ve doğal hali, içimdeki bütün duygularımı merhamet sağanağına dönüştürdü. Gözlerim buğulandı… Yahya’yla uzun süre oturduk. Ben konuştukça, espriler yaptıkça kocaman kocaman güldü… Âdem’le beraber tekrar sağlık ocağına döndük.
*
Sabahleyin, Yahya’nın ağzından çıkardığı motor sesiyle uyandım. Tebessümle pencereye doğru koştum. Artık Yahya iyileşmiş, o küçük bisikletiyle hayat yolculuğuna tekrar başlamıştı.
Güzel bir kahvaltı hazırladım ve çağırdım Yahya’yı. Biraz çekinerek geldi ama tebessümlerimle ona bütün kapılarımı açtım. Artık benden ilaç istemiyor, beraber aynı sofraya oturup yemek yiyorduk. Bu durum Âdem’in de dikkatini çekmiş ki: “Efendim, artık neden ilaç istemiyor?” dedi. Ben de ona espriyle karışık “Sevgi hapı verdim, onu bir kere verirsiniz, tek doz verirsiniz; ömür boyu etkisini gösterir!” dedim. Başını sallayarak güldü Âdem.
Öğleye doğru karşı bakkala gittik Yahya’yla. Bakkal Gaffar Amca da çok seviyordu onu. Yahya’ya gofret, bisküvi, çikolata aldım. Sağlık ocağına yakın, küçük tepeciğe çıkıp, ufuklara bakarak beraber yedik aldıklarımızı. Ben daha çok sevdiği bisikletinden konuşuyor; bisikletinin ne kadar hızlı ve güzel olduğu konusunda bir şeyler anlatıyordum. O, dağlar gibi yüksek gülücüklerle karşılık veriyordu bana.
*
Ertesi gün şehre gitmem gerekiyordu.
Erken saatlerde şehre ulaştım. Sağlık Müdürlüğünden, ocağının ihtiyaçlarını aldım.
İçimde gezinip duran, Yahya için dünyanın en büyük sürprizi olabilecek şeyi artık yapmalıydım. Onu paslı küçük bisikletten kurtarmalıydım.
Esnafla iki taksite anlaşarak, Yahya’ya mavi renkli büyük bir bisiklet aldım. O anki mutluluğumu kelimelerle anlatmaya çalışsam anlatamazdım. Yahya’nın aldığım bisikleti gördüğünde nasıl güleceği geçti zihnimden. Kanım neşeyle kaynadı ve kasaba dolmuşunun üst bagajına yerleştirdik bisikleti.
Akşamüzeri vardım kasabaya. Bisikleti hiç incitmeden dolmuştan indirip içeriye aldım. O kadar sabırsızlanıyordum ki, sabahı nasıl edeceğimi bilmiyordum.
Sabah oldu.
Nisan ayının berrak havası, kuş cıvıltıları, çiçek açmış ağaçlar sanki Yahya’yla bisikletinin buluşma anını görmek için bir araya gelmişler de o vakte tanık olmak için daha da güzelleşmişler gibi geldi bana.
Sağlık ocağının giriş merdiveninin yanına oturdum.
Yahya’yı bütün heyecanımla bekliyorum.
Bisikleti Yahya’ya aldığımı söylediğim için, Âdem de kavuşma anını görmek isteyip gelip oturdu yanıma. O da heyecanla beklemeye başladı.
Zaman içimde büyüdü, büyüdü, sabırsızlık dağları oluşturdu kalbimde. Yahya hâlâ gelmedi.
Biraz sonra Yahya’nın ağzıyla çıkarttığı korna sesini duyar gibi oldum. “Düt,düüt! Ann,annn!” sesi de duyulmaya başlayınca kalbim birden hızlandı.
Yahya küçük paslı bisikleti ve kocaman gülüşleriyle önümüze gelip durdu. Gözlerim buğulanmaya başladı. “Hoş geldin Yahya!” dedim. Hoş bulduk anlamında başını salladı. “Sana bir hediye aldım, görmek istersen bekle!” dedim.
Bisikletle içeriden çıkarken; Yahya’nın elindeki bisiklet düştü, gülen yüzü bir hayret ifadesiyle değişti, boynu büküldü; sabit, hiç kıpırdamadan bisiklete bakıyordu. Gözlerini bisikletten ayırıp bana doğru bakmaya başladığında dudakları büküldü ve ağlamaya başladı. Ben de buğulanan gözlerimi artık tutamadım. Âdem de bize katılmış, için için o da ağlıyordu.
Yahya, belki de şimdiye kadar sadece babasının mezarı başında ağlamıştı. Bir de ben ağlattım ama bu ağıt; sevgi ve sevinç ağıtlarıydı.
Yahya aldı bisikleti; bindi.
O kadar kocaman gülüşlerle uzaklaştı ki, gülmelerinin çoğu yanımızda kalmış, kalbimizin en merhametli yerlerine konmuştu.
*
Ben çalıştığım yıllar içinde, her gün mavi bisikletiyle geldi Yahya Sağlık Ocağının önüne; ama hiçbir gün ilaç istemedi.