KAN DAVALARI 

Kan davası, İslam’dan önce yaşayan cahil Arap topluluklarının, intikam alarak onur kurtarma anlayışına dayanan, zincirleme cinayet aşkıdır. Onlar, çevrenin psikolojik baskısından kurtulmak için,  vahşetle...

Kan davası, İslam’dan önce yaşayan cahil Arap topluluklarının, intikam alarak onur kurtarma anlayışına dayanan, zincirleme cinayet aşkıdır. Onlar, çevrenin psikolojik baskısından kurtulmak için,  vahşetle intikam duygularını tatmin eder, böylece kuvvetliler zayıfları ezer, yahut ta köleleştirirlerdi.  

        İslâm, insan haklarının dokunulmazlığını ilan etmiştir. Zira ayet-i kerimede:

 “Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî olarak kalacağı cehennemdir. Allah ona gazab ve lanet etmiş, onun için büyük bir azab hazırlamıştır.”Buyrulmaktadır. Nisa Suresi 4/93

Haksız yere adam öldürmek, kardeşlik bağlarını da kestiği için, katilin tövbesinin kabul olmayacağını söyleyenler olduğu gibi, kabul olacağını söyleyenler de olmuştur. Çünkü şirkin dışındaki bütün günahların affı ile ilgili Ayette:

“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır.”Buyrulmuştur. (Nisa Suresi 4/116)

            Yani kişi inkâr ve şirk içinde ölmedi ise, ya tövbesine istinaden yahut ta bir müddet ceza çektikten sonra affedileceği ümit edilmektedir. Zira İslam ümitsizlik dini değildir.

Katil hadiselerinde, mazlum tarafın varisleri katili affetmediği takdirde, kısas yapılması gerekmektedir. Kısas: Suç işleyen bir kişinin aynısı ile cezalandırılması demektir.  

Bu hüküm filan parlamentonun kanunu değil, Bizzat Yüce Rabbimizin emridir.   

İslam’ı özümsemeyenler, kısasın çok acı bir infaz olduğunu savunurlar. Ancak kısas yapıldığı takdirde, suçlular hak ettikleri cezayı alacakları için, adalet mefhumu hayata geçirilmiş, bu sayede, zulme uğrayan tarafın da intikam, kin ve nefret duyguları söndürülmüş olacaktır.  

Bir insanı taammüden öldürmenin cezası kısas, hatâen öldürmenin cezası da diyettir. Cezanın uygulanma şartları da fıkıh kitaplarında mevcuttur    

İntikam duygusu haksızlığa, adaletsizliğe ve anarşiye yol açacağı için, İslam dini buna izin vermemiştir. Çünkü İslâm'ın kısas hükmü, bir kişiyi idam etmek için değil, silsile yoluyla öldürülecek insanların canını kurtarmak ve onlara hayat vermek içindir. Zira ayet-i kerimede: 

         “Ey temiz akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Ümit edilir ki, (bu sayede katillikten) korunursunuz.” Buyrulmuştur. Bakara Suresi 2/179 

Yani öldürmek, sadece Allah(c.c.)ın yetkisinde olduğu için, insana haram kılınmıştır. Allah’ü Âlem 

            İslâm dini getirdiği emir ve yasakları, inanç, hukuk, adalet, ahlak ve toplumsal kurallar üzerine kurmaktadır. Onun içinkatile uygulanacak cezayı seçme hakkı da öldürülenin yakınlarına aittir. Kısas isteyebilecekleri gibi, diyet alma ve karşılıksız olarak affetme yetkisine de sahiptirler. Yani katili devlet affedemez. Onu affetme yetkisi, bizzat acıyı çekenlere aittir. Böyle olduğu takdirde, hem insan hakları korunmuş, hem de töre cinayetleri bitirilmiş olacaktır. 

Varisler tarafından katili affetme seçeneği,  toplumsal barışın güçlenmesi içindir. Zira böyle bir davranış, üstün bir erdemin ifadesidir. Çünkü suçsuz olarak öldürülen kişi, Cenab-ı Hak tarafından desteklenecek, katilde cezasını çekecektir.  

Affetme ve bağışlama yetkisi Yüce Rabbimizin sıfatı, sevgili peygamberimizin de güzel ahlâkındandır. 

 O düşmanlarını, güçsüz oldukları zaman bağışlamış, intikam almayı da asla düşünmemiştir. Mesela:  

Kendisini Mekke’den çıkaran, ve savaşların başında bulunan Ebu Süfyan’ı affetmiş, Mekke’nin fetih günü, “Onun evine giren güvendedir." Buyurmak suretiyle de iltifat etmiştir. Bunun birçok örnekleri vardır.  Çünkü Âyet-i Kerimede: 

"Kolaylık göster, affa sarıl, iyiliği tavsiye et, cahillerden de yüz çevir” buyurulmaktadır. (Araf Sûresi, 7/ 199) 

 Suçlu bir kişiyi affetmek, çok zor bir davranıştır. Ama bunu gerçekleştiren kişi,  tüm olumsuzlukları ortadan kaldırıp, kişinin hem fiziki, hem de ruhi olarak minnettar kalmasına sebep olacaktır. 

Kan davasının kökünde,  imanı öfkeye esir etmek, töreyi dinden üstün tutmak, hukuka riayet etmemek, dinin emirlerine uymamak ve mahşerdeki hayatı hiçe saymak vardır. Bundan dolayı Efendimiz, tarihe ışık tutan veda hutbesinde: 

“…Câhiliyye devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası, Abdülmüttalib'in torunu (amcalarımdan Haris’in oğlu) Rabîanın kan davasıdır.” Buyurarak, cahiliye âdetine son vermiş, oradaki müminlerden de söz almış,  üç defa “Şâhid ol Yâ Rab!” Diyerek, Yüce Allah(c.c.) ı da şahit tutmuştur.(Veda hutbesi) “

          Bir taraftan İslâm’ı kabul ettiğini iddia edip, diğer taraftan da cahiliyye âdeti olan kan davasını devam ettirenler, Dini yönden, açık bir çelişki yaşamaktadırlar. Bu durum, mümine yakışmayan bir davranıştır.   

Konuyu uzatmamak için, diyet, gurre ve keffaret konularına değinmedik. Bu konuları da öğrenmek isteyenlerin, fıkıh kitaplarına müracaat etmelerini tavsiye ederiz. 28.03.2021 

Ali KARA  

Emekli Müftü 

Kültür & Sanat Haberleri