Sizin şiire başladığınız yıllarda Kardeşiniz rahmetli Abdurrahim Karakoç da şiir yazar mıydı? Birbirinizi etkiler, birbirinize yardım eder miydiniz?
Ben şiir yazarken Abdurrahim şiir yazar mıydı onu bilmiyorum. Ama şiire geç başladı. Babam bendeki yeteneği fark etmiş, bütün ümidini bana bağlamıştı. Dedem, babam da şairdi. Annem de fevkalade irticalen dörtlükler söylerdi. Bir gün Abdurrahim’in şiir yazdığını gördüm. Ona da, diğer küçük kardeşim Ertuğrul’la da dediğim şu olmuştur.
“ Şiirde etkilenme olur, ama o etkilenmeyi de gerçek ustasına benzetmeye çalışırsan bu taklit olur. Şiir taklit olmamalıdır, eline aldığın madene kendi rengini katacaksın, kendi imzanı katacaksın. Birbirimizin işine karışmayalım, farklı yollarla çalışmamıza devam edelim”
Abdurrahim’in hicivleri meydanda. Onda büyük düşünce ufku vardır. Hasana Mektuplar kitabının kapak ve sayfa düzenini ben hazırladım. Onu rahmetli yazarlarımızdan Kemal Fedai Çoşkuner’le tanıştıran ben oldum.
Abdurrahim Karakoç’la unutamadığınız bir çocukluk hatıranızı anlatır mısınız?
Bazı şeyler vardır ki anlatmak insanın içini aydınlatır, bazı şeyler vardır ki hatırlanması bile insanın diline kelepçe vurur, kaynayan su gibi insanın yüreğini cayır cayır yakar. Abdurrahim benim özellikle üzerinde durduğum, ilgilendiğim kardeşlerimden bir tanesidir. Onun üstün yetenekleri vardı. İlkokuldan sonra hiçbir okula gitmedi ama çok üniversiteyi bitiren de onun edindiği bilgi birikimini onun kadar edinememiştir.
Küçükken bir beyaz atımız vardı, ata binerek Abdurrahim’le birlikte Ortaören köyünde bulunan rahmetli teyzemize sık sık giderdik. O at yüzünden Abdurrahim’le sık sık tartışma yapardık, eline ne geçerse bana fırlatırdı. Bir gün böyle bir tartışmada eline geçirdiği bakır tası bana fırlattı, eye kemiğimin kırıldığını zannettim. O günden sonra bir daha ona atı teslim etmedim. Hala o günleri hatırlayınca üzülürüm.
Abdurrahim Karakoç’un şiirlerinin muhatabı kimdir?
Bizim halk kendinden olanı çok iyi biliyor ve yakalıyor, onu da bırakmıyor. Hasan’a Mektuplar kitabı çıkınca da böyle oldu ve kitabı on bin, on bin basılmaya başladı. O dönemde Bulgaristan’dan, Moskova’dan yayın yapan Komünist Bizim Radyosunda sabah akşam Abdurrahim’in şiirleri okunurdu. Abdurrahim fikren onlarla tamamen zıt olmalarına rağmen, onlar bu şiirleri kendilerine malzeme olarak değerlendiriyorlardı. İslamî kesimde de onun şiirleri değerlendiriliyordu.
Abdurrahim dürüst, gözü pek ve yürekliydi. Hiç çekinmeden davasını anlatırdı. Onun üzerine çok titrerdim. Ben halkın içine gireceğim, ben kültür yoğunluklu şiirler yazacağım diye anlaşmıştı. Allah razı olsun hiçbir zaman utandırmadı, utandıracak da iş yapmadı.
Abdurrahim Karakoç ve diğer kardeşlerinizle sık sık görüşüyor muydunuz?
Ankara’da iken uzun süre evine gitmedim. Ankara’ya geliyorsun bana uğramadan gidiyorsun, ben başkalarından duyuyorum diye uzun süre sitem etti. Sincan’da oturuyordu. Ankara nere, Sincan nere? Arabam yok, oraya nasıl gidip geleceğim tabi o aklına gelmiyordu.
O rahatsızlanıp Konya’da hastanede yattığı sırada, bende İstanbul’da zatürree oldum küçük kardeşim Ertuğrul da Adana’da rahatsızdı. Buradan sağlıklı bir şekilde çıkarsam ilk işim Abdurrahim ve Ertuğrul’u ziyaret edeceğim demiştim. Allah’ıma şükürler olsun bunu da yaptım.
İyileşince doğru Konya’ya gittim. Kendisini çok huzurlu ve rahat buldum. Yine de ne kadar konuşursan konuş, içinde kaynayanı anlatmak mümkün olmuyor. Cenabı Allah ne kadar ömür vermişse yaşayacaksın ama artık bizim ayaklarımızın sallandığını biliyorum. Konya’da onu beklediğimin üstünde sağlıklı bulunca ikinci gün Adana’da bulunan kardeşim Ertuğrul’u ziyarete gidecektim, vedalaştık. 10 metre kadar gitmiştim ki hayatında hiç kullanmadığı bir üslupla hitap etti bana. “Karakoç” diye seslenip melül melül baktı. O an yüreğim parçalandı ve tekrar dönüp vardım öptüm ve “kardeş merak etme her zaman görüşeceğiz,” dedim ve odadan çıktım.
Oradan ayrıldıktan sonra hep şunu düşündüm. “Bu bir vedalaşma mıydı? bana ilk defa bir arkadaş gibi bir üslupla hitap etmişti. Bu güne kadar hep ağabey derdi. Niye orada kalmadım?” diye hâlâ içim yanıyor.
Abdurrahim Karakoç’un siyasî yönü hakkında neler söylemek istersiniz?
Abdurrahim doğru sözlüydü, halkını kandıramazdı. Milletvekili olsa bile şimdiki milletvekilleri gibi yapamazdı. Parti despotlarına kesinlikle şapka çıkarmazdı, ne yaparsa yapsın Allah rızası için yapardı. Allah rızası için çalışan insan da nedense günümüzde pek tercih edilmedi. Bu sebeple siyasi yaşamı fazla sürmedi.
Halk Abdurrahim’i yaşadığı dönemde bağrına basmıştı. Cenazesinde ise Türkiye’nin her kesiminden insanların bulunması onu anlatmaya yeter diyorum.