İslami hayatın merkezini ubudiyet oluşturur. Camiler ubudiyet mekanları olması hasebiyle de şehirlerin merkezlerini oluştururlar. Ulu camilerin şehir merkezinde olması, salt bir mekanla sınırlı bir mesele değil, caminin hayatın merkezi olmasıyla ilgili bir anlayışın sonucudur. İslam cemiyeti, günde beş vakit camide bir araya gelir ve oradan tekrar hayata döner. İslam cemiyetinde hayat, cami ekseninde deveran eder. Efendimizin bu gerekçe ile Medine’de inşa ettirdiği Mescidi-i Nebevi’yle hayatın merkezine mabedi yerleştirerek câmi merkezli bir medeniyet kurmuştur. Câmi ile İslâm’ı ve imanı muhafaza etmeyi, sonra bu iman sayesinde cemiyeti muhafaza etmeyi hedeflemiştir.
Cami, İslam şehrinde, sadece namaz kılınacak bir mekan değil, içtimai meselelerin istişare edildiği, kararların ve tedbirlerin alındığı bir mekandır. Sezai Karakoç’un ifadesiyle “Câmi İslâm medeniyetinin doğurgan kurumudur, tabiri caiz ise; ana rahmidir.” (Kıyamet Aşısı)
Bu açıdan bakıldığında İslam şehrinde cami, hayattan tecrit edilip sadece namazgah haline getirilmez. Aksine içtimai meselelerin müzakere edileceği, kararların alınacağı, tatbikata başlanacağı bir karargah mahiyetindedir. Örneğin 97 yıl önce Kahramanmaraş’taki Cuma namazı ve bayrak hadisesi buna en güzel örnektir.
İslâm şehri inşa edilirken, şehrin merkezinde, başları yere eğdiren, secde ettiren, kulluğu teşhir ettiren mekan olması hasebiyle camiler o şehrin İslam şehri olma kimliğini çevreye izhar eden mekanlardır.
İşte bu yüzden İslam, doğuşundan itibaren şehirlerin merkezine mabedi yerleştirerek câmi merkezli bir medeniyet oluşturmuştur. .
Kur’ân-ı Kerim’de: “Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve âhiret gününe iman eden, namaz kılan ve zekât verenler imar eder.”(tevbe-18) buyurmakta ve müminleri mescit ve mabet imarına; müesseseler kurmaya teşvik etmektedir. Bu vesileyle islami kimliği korumanın müesseseler yoluyla yapılabilecek olanına en güzel örnek câmilerdir.
Mabet ve mescitlerin imarı, biri maddî, diğeri manevi olmak üzere iki türlü olur. Maddî imar, mabetlerin fizikî inşası, korunup bakılmasıdır. Ayetin ihtiva ettiği manada bu anlam vardır. Allah Resulü (s.a): de “Kim Allah için bir mescit bina ederse, Allah da onun için cennette bir köşk bina eder.” buyurarak inananları mescit inşa işine çağırmaktadır.
Mabetlerin manevi imarı, câmi içinde dinî hizmetleri yürütecek görevliler ve câmileri dolduracak cemaat yetiştirmektir. “Câmi mi önce cemaat mi?” tartışması her devirde gündeme gelmişse de genel kabule göre aslolan, cemaattir. Cemaati olan bir din, manen mamurdur. Maddî olarak mabedini her an imar edebilir. Ama sadece mabedi kalmış, cemaati tükenmiş bir din virandır. Dolayısıyla âyet-i kerimede Allah’ın mabetlerini imar konusundaki teşvik, öncelikle manevi imar noktasındadır.
Mabetler, Yüce Yaratıcı’nın adının ilan edildiği ve dinî ibadetlerin kâmil manada yaşandığı mekânlardır. Bu yüzden Allah Teâlâ: “Allah’ın mescitlerinde Onun adının anılmasını yasaklayan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır.” buyurur.
Câmilerde ibadeti engellemek ve oraların mabet fonksiyonunu icra etmesine mâni olmak ne kadar büyük bir zulümse, câmilerde görev yapacak din hadimleri yetiştirmemek ve cemaat teminine gayret göstermemek de aynı oranda bir zulümdür. Mabedin veya herhangi bir binanın harap olmasına çalışmak sadece fizikî binasını yıkmakla olmaz. Câminin içini boşaltmak, boşaltılmasına seyirci kalmak, mabedi harap olmaya terk etmek demektir. Nitekim içinde insanların yaşamadığı evler, içinde insan yaşayan evlerden çok daha çabuk yıpranır ve harap olur. Mabetler de böyledir. Cemaatin şenlendirmediği mabet yıkılmaya terk edilmiş demektir. Bu yüzden ayette geçen “harap olmasına çalışan” ifadesinin içinde câmiye devamla cemaat olmayan ve cemaat çekmeyen kimseler de dâhildir.
Camileri imar etmek için camii imar ve inşasını yeniden değerlendirmek almak lazım. Camiler hayatın merkezi olmalı ve diriler dikkate alınarak dizayn edilmelidir. Ancak günümüzde en çok ölüler üzerinden düzenlenme yapıldığına şahit oluyoruz: Gasilhane, mork, taziye evi vs..bunlara asla karşı değilim ve olması da gerekir. Ancak camiler öncelikle yaşayanlar için Kuranın ifadesiyle:
-mesabeten linnasi ve emna(insanlar için sığınak, güvenli bir liman)-2/125-
-kıyamen linnas(sürünen, perişan insanlığı ayağa kaldırma merkezleri)-5/97-
-mübareken ve hüden lil alemin (tüm varlıklar için çok üretken bir üs ve rehberlik merkezi) olmalı.-3/96-
--Bu itibarla; özellikle erkekler, bayanlar, çocuklar, yaşlılar, gençler, öğrenci evleri, kreş vb. dikkate alınarak daha işlevsel bir proje ile düzenlenmeli. Ana ibadet mekânlarının yanında bu aktivite merkezleri inşa edilmelidir.
Ve son olarak
Seküler hayatın pençesinde kıvranan Müslümanlar câmilere yabancılaştığı müddetçe Allah’a, kendine ve ümmete yabancılaşacak ve dolayısıyla medeniyetine aidiyet inancını yitirecektir. Müslümanlar câmiye döndükçe İslâm’a aidiyetleri güçlenecek ve medeniyet değerlerini daha ziyade yaşatacaktır.
Bu vesile ile;
İnancımızın sembolü ve değerlerimizin mührü olan, gölgesinde hayat bulduğumuz camilerimizi mihrabıyla mabed, minber ve kürsüsü ile mektep kılarak imar eden kıymetli hocalarımızın camiler ve din görevlileri haftasını yürekten tebrik eder, bu ulvi mesleğe emek veren emektar kardeşlerime de sağlık ve afiyetler dilerim...
Celal Sürgeç
İl Müftüsü