Çok istiyoruz, çok istiyoruz ama yalan günlük yaşamın vazgeçilmezi, yemekten önce alınan salatası, çerezi…
Biz yalanı siyasilerden öğrendik ilkin. Çocukluğumuzun masum yalanlarını bir yana bırakırsak, siyasilerin her gün gözlerimizin içine baka baka söyledikleri yalanlar, kimyamızı bozdu.
Yalan keşke bizim kültürümüzde de bağışlanmaz suçlar listesinin ilk sırasına yükselse, yer alsa hatta. Ne yazık ki bu ahlaki devrimin gerçekleştiği günleri belki bizim kuşak görmeyecek ama hiç olmazsa gelin bu fırsatı bizden sonrakilere bırakalım.
Yalan, bizde hem saldırının, hem savunmanın silahı haline geldi. O sebepten en çok iftira formunda kullanılırken, kaybolan ve yıkılan hayaller kadar haneleri de hesaba katarsanız, toplumda yarattığı infial ve tahribat, ölçülür gibi değil. Bir araştırma yapılsa, yalanı en çok kullanan toplumlar arasında yer aldığımız görülecektir. Bırakın siyasetçileri, profesyonel futbolcular bile vazgeçemiyorlar bu silahı kullanmaktan. Hakemleri bile ikna etme hususunda uzman kesildiler.
Hakem dedim de… Maç esnasında bir pozisyon doğuyor, biri sakatlanıyor, yerde kıvranıyor. Sanki doğum sancısı çekiyor, bilemediyseniz belki de can çekişiyor. Lakin beklediği düdük sesini duyunca, kıçına nişadır değmiş gibi fırlıyor yattığı yerden. Lastik gibi veya…
Yalan çoğu zaman istediğini alıyor.
En büyük itibar yıkımının yalandan geldiğini artır kanıksayan insanlar, her şeye rağmen yalan söylemekten çekinmiyorlar.
İşçisi patronuna, memur amirine, çırak ustasına, öğrenci öğretmenine, muhabir gazete sahibine, dilenci sokakta, caddede yakaladığı kimseye rahatlıkla yalan söylüyor. Hem de gözünüzün içine baka baka.
En acısı, en iğrenci, en kötüsü de, siyasilerin seçmene söyledikleri kuyruklu-kulaklı yalanlar.
Nasıl hesap vereceklerse…