Neler anlatılmaz ki türkülerimizde: “Dün gece yar hanesinde yine gönlüm hoş idi“ nağmesine, “Garip kaldım yüreğime dert oldu / Ellerin vatanı bana yurt oldu” diye feryat edenlerin sesi eklenirken, “Dedim yâre gidem nasip olmadı / Ağlama gözlerim Mevlâ’m kerimdir” türküsü nemli gözlerle söylenir... Sevdâ ateşiyle yüreği püryân olanlar “Derdim çoktur hangisine yanayım / Yine tazelendi yürek yarası” derken, bir başkası da “Mevlâ’m birçok dert vermiş / Berâber derman vermiş / Şu onulmaz derdime / Neden ilaç vermemiş” diye gözyaşı döker...
İçimizde yaşanan gurbeti, gurbetin hasret tüten acısını, gariplik duygusu veren yalnızlığını, sıladan gelen yar kokulu, memleket kokulu esintilerini tâ yüreğimizin başında türkülerimizle duyarız… Gurbet elde kalan, yârini çok özleyen ve onun hastalandığını duyan bir sevdâlı: “ Şu uzun gecenin gecesi olsam / Sılada bir evin bacası olsam / Dediler ki nazlı yârin çok hasta / Başında okuyan hocası olsam” diye inlerken, bir başkası da: “Yârim senden ayrılalı / Hayli zaman oldu gel-gel / Bak gözümden akan yaşa / Âb-ı revân oldu gel-gel” sedâsıyla âsumanın fânusunu çatlatır…Gurbet elde; “Akşam olur karanlığa kalırsın / Derin derin sevdâlara dalarsın” türküsüyle her gece efkârlanır… “Başımda bir sevdâ döner / Ben yanarım kül olurum” diye sızlananlara: “Gönül gurbet ele varma / Ya gelinir ya gelinmez” diyenlere, “Gurbette ömrüm geçecek / Bir ufacık yerim de yok / Oturup derdim dökecek / Bir vefâlı yârim de yok” inkisârıyla dertlenenlerin sesleri eklenir...
Yükseklerde uçan “Bir çift turna”ya “Telli turnam selâm götür / Sevdiğimin diyârına” denilir... “Allı turnam bizim ele varırsan” diye başlayan, “Duydum dost hârelenmiş / Yine gönlüm hoş değil” sözleriyle devam eden, “Ağlama yâr ağlama / Mavi yazma bağlama” niyâzıyla biten türkülerle berâber, yâre ucu yanık mektuplar gönderilir... Cevâbı gelmeyen mektuplar için de: “Herkes dosta yazmış arzuhâlini / Benimkini ürüzgâra yazmışlar” diye sitemler edilir… Türkülerimiz belki “Telgrafın tellerini” arşınlayamaz ama, “Nazlı yârden bana bir haber geldi / Eğer doğru ise büktü belimi” sözleriyle yaşanılan gerçekleri anlatır... İnsanımız, “Karadır kaşların ferman yazdırır / Bu aşk beni diyar diyar gezdirir” nağmesini dillerden düşürmez, “Kurban olam kalem tutan ellere / Kâtip arzı hâlim yaz yâre böyle” türküsünü efkâr dağıtmak için söylerse de, “Deli gönül hangi dala konarsın / Senin tutunacak dalın mı kaldı” ezgisinde, “gam dağıtıp, gam çekenler” kendi hâli pür melâlini açıkça îtiraf etmez mi?
“Kışlalar doldu bugün / Doldu boşaldı bugün / Gel gardaş görüşelim / Ayrılık oldu bugün” uzun havası, askerde yakını olsun olmasın herkesin gönül tellerini titretmez mi?... “Asker yolu” bekleyip, “Günü güne” ekleyenler nemli gözlerle; “Şu kışlanın kapısına / Mail oldum yapısına / Telli kurban bağlayayım / Asker yârin kapısına” türküsünü gözyaşı içinde terennüm etmez mi? ‘Serde erkeklik’ olduğu için ağlayamayanlar: “Yüce dağlar olmasaydı / Lâle, sümbül solmasaydı / Ölüm Allah’ın emri de / Şu ayrılık olmasaydı” nakaratıyla devam eden bu türküyü, sesi titremeden söyleyebilir mi acabâ?
Dağların yücesinden yankılanan bir ses; “Tutam yâr elinden tutam / Çıkam dağlara dağlara” diye ovaları inletirken, bir başka ezgi ise; “İşte gidiyorum çeşmi siyâhım / Aramızda dağlar sıralansa da / Sermâyem derdimdir, servetim âhım / Karardıkça bahtım karalansa da” nidâsıyla gönülleri aşka getirir... “Dağlar dağımdır benim / Dert ortağımdır benim / Çok söyletmen ağlarım / Yaman çağımdır benim” diyenlerle, “Şu dağların yükseğine” erenler, “Başı duman pâre pâre” dağları aşmak için “Vur kazmayı dağa Ferhat / Çoğu gitti azı kaldı” diye haykırırlar... Başı dumanlı dağlar, “Yol” verse de, “Hâr içinde biten gonca güle minnet” edilse de, edilmese de; âşık mâşuka: “Yine gam yükünün kervânı geldi / Çekemem bu derdi bölek seninle” dese de; “gam, kasâvet” hep iç içe girecek, çilemiz artacak, türkülerimizdeki hüzün hiç eksilmeyecektir...
Türk milleti; vatan topraklarını hep türkülerle nakışlamış,“Memleket ahvâlini” hep türkülerden sormuş, duygularını hep türkülerde âşikâr etmiştir... Türk insanı, türkülerle oynamış, türkülerle ağlamış, kahramanlıklarını türkülerle anlatmış, derdini türkülere dökmüştür...Yörelerimizin farklı rengini, söz ve müziğin muhteşem ahengini hep memleket türküleri dile getirmiştir.. “ Yurttan Sesler”de neler söylenmemiştir ki: “Yârim İstanbul’u mesken mi tuttun”, “Edirne köprüsü taştan kaldırım”, “İzmir’in kavakları”, “Manisa’yla Bergama’nın arası”, “Şu Aydın’ın uşağı”, “Onikidir şu Burdur’un dermeni”, “Denizli’nin horozları çillidir”, “ Çanakkale içinde aynalı çarşı”, “Kütahya’nın çînîleri akışır”, “Karahisar kalası”, “Ankara’nın taşına bak”, “Biter Kırşehir’in gülleri biter”, “Yine yeşillendi Niğde bağları”, “Tokat yaylasında yaylayamadım”, “Erzurum çarşı pazar”, “Dersim dört dağ içinde”, “Erzincan’a vardım ne güzel bağlar”, “Sivas ellerinde sazım çalınır”, “Gidiyorum Çorum’a”, “Giresun’un evleri şima ile kaynama”, “Ordu’nun dereleri aksa yukarı aksa”, “Oy Trabzon Trabzon”, “Evlerinin önü Mersin”, “Antalya’nın mor üzümü”, “Adana yollarında”, “Maraş’tan bir habar geldi”, “Yozgat’ı sel aldı soğluğu duman”, “Elaziz uzun çarşı”, “Urfalı’yam ezelden, gönlüm geçmez güzelden”, “ Mardin kapı şen olur”, “Diyarbakır etrafında bağlar var”, “Adıyaman, yolu yaman”, “Vanlı’yam, şanlıyam kılıcı kanlıyam”, “Malatya Malatya bulunmaz eşin”, “Siirt beyaz bir gelin”, “ Bitlis’te beş minâre”, “Kekük’e düştü yolum”, “Kırım’dan gelirim adım Sinan’dır”, “Estergon kal’ası su başı durak”, “Güzel Türkistan senge ne oldu”, “Tuna nehri akmam diyor”.........ve daha saymakla bitiremeyeceğimiz güzelim türkülerimizle Anadolu’yu baştan başa dolaşıp, dinmeyen sıla hasretimizi dindirmeye çalışmışızdır...
Tâlihin zehirden acı yüzü türkülerimizde dile gelir... Bir bakarsın “Kara bahtım kem tâlihim taşa bassam iz olur / Ağustosta suya girsem balta kesmez buz olur” diye söylenir; ya da “Ziyâ’nın Ağıtı”nda olduğu gibi: “Benim yârim yaylalarda oturur / Ak ellerin soğuk suya batırır / Demedim mi nazlı yârim ben sana / Çok muhabbet tez ayrılık getirir” dizeleriyle bizleri melül ve mahzun eder...
Kalbimize taht kuran türkülerimiz; bozlak, tatyan, mahnı, tesnif, gazel, hoyrat, barak, zeybek, uzun hava, maya, kırık hava, ağıt, İlâhî, nefes...vs. otantik yapısıyla dile gelince bizi kendimizden geçirir... Türkülerimiz, sözlerindeki zarâfet, makamındaki güzellik, yorumdaki mârifet ve icrâ edilişindeki ihtişâm sebebiyle dinleyenleri kendisine hayran bırakır... Baharda hudâyî nâbit gibi biten kır çiçeklerine benzeyen türkülerimiz, kültür dünyamızın en güzel güllerinin derildiği müstesnâ bir gülşendir.... Bu gül bahçesinden gönderilen bir demet gül: ya “Kırmızı gül demet demet / Sevdâ değil bir alâmet” türküsünün hazin hikâyesini yâ’dımıza düşürür... Ya da Karacoğlan’ın söylediği “Bülbül ne yatarsın bahar erişti /Kırmızı gül goncasına kavuştu” türküsünü hatırımıza getirir...
DEVAMI HAFTAYA