Şair Nabi Ve Çok Özel Na’tı

Her insanın, Allah’ı(c.c) ne kadar tanıdığı, nasıl tanıdığı ve O’na ne kadar iman etmiş olduğu, O’nu ne kadar sevdiği gibi hususları insanın kalbinde yani kendinde gizlidir. İman ve inanç konusunda dışarı ne kadar...

Her insanın, Allah’ı(c.c) ne kadar tanıdığı, nasıl tanıdığı ve O’na ne kadar iman etmiş olduğu, O’nu ne kadar sevdiği gibi hususları insanın kalbinde yani kendinde gizlidir. İman ve inanç konusunda dışarı ne kadar yansıtırsa çevresindeki insanlar da o kadarını bilebilirler. Her ne kadar dervişin fikri ne ise, zikri de odur denilse de bazen istisnalar görülebilmektedir. Yaşadığı toplum içerisinde bir inanç abidesi gibi görülen bir kişi, yalnız kaldığında ve vicdanı ile baş başa kaldığında söylediklerinin ne kadarını bu hâlde iken yaşamakta olduğunu sorgulamak aslında bizlere düşmez ama insan sevdiği insanda nokta kadar bir lekeyi bile yakıştıramıyor. Bu o kişiye olan sevgiden kaynaklandığı unutulmamalıdır. Ama bazen de öyle birisine rastlıyorsunuz ki; “granit gibi sağlam” derdi, rahmetli G. Hasan Kuşçuoğlu efendi.

Bir gün Musa (a.s) Allah Teâlâ ile görüşmeye Tur dağına giderken bir kişi Hz. Musa’ya (a.s), “Ben şu ömrümde çok günah işledim, acaba beni affeder mi? Yüce Allah’a(c.c) sorar mısın?” diye ricada bulunur. Dönüşte bekleyen o insana Hz. Musa(a.s) görüştüğünü ve Allah Teâlâ’nın kendisi için ”Ben o kulumu affetmedim” dediğini söyler. Bu cevap karşısında şaşıran adam “yani, benim için KULUM MU? dedi” diyerek oracıkta canını vermiş, denilir menkıbe kitaplarında. Allah’a(c.c) inanmak, sevmek ama sevgisinin işareti olan ibadetlerin bir kısmını yerine getirememenin ezikliği ile kulu olmanın mutluluğunu hissetmek ne güzel bir duygu. Peygamber(s.a.v) sevgisi de aynı şekildedir.

Bu yazımda ilk defa duyduğumda beni hayrete düşüren ve “bu nasıl bir Peygamber (s.a.v) sevgisidir?” diyerek kendimden utanmış olduğum rahmetli Şair Nâbi’nin Ağlatan Şiir’i diye meşhur olan şiirinden ve şiirin yazılmasının hikâyesinden araştırdığım kaynaklar ışığında sizlerle paylaşmaya çalışacağım.

1642 yılında Urfa’da doğan Nâbi, divan şairlerimiz arasında kendine has bir tarzın sahibi bir şair olarak dikkat çeker. Onun şiiri “hikemi”(yani hikmetli/düşünceye dair) bir şiirdir. Bu yüzden Nâbi şiiri denilince akla çağdaşlarına göre daha yalın bir dille yazılmış, öğretici vasfı bulunan bir şiir gelir. Nâbi’nin böyle bir tarzın sahibi olması, devriyle de alakalı bir husustur. Çünkü yaşadığı devir Osmanlı’nın duraklama devridir. Ortada ciddi anlamda problemler vardır. Şair, bunlar karşısında kendini sorumlu hisseden bir insan tavrıyla olumsuzlukları tenkit etmek ve çözümler üretmek istemektedir. Şair Nâbi de, hemen bütün Divan şairleri gibi şiirlerini İslam ve tasavvuf inanışı çerçevesinde bir şiir dünyası kurmuş, bu dünya içerisinde yine diğer şairler gibi münacat, naat tarzında yazdığı şiirleriyle bir Müslüman şair olmanın bilinciyle hareket etmenin örneğini vermiştir. Bu tarz şiirleri arasında yazdığı bir Naat-ı Şerif ise gerek yazılış hikâyesi gerekse muhtevası ile edebiyatımızın hâlâ unutulmayan metinleri arasındadır.

Sair Nâbi, Sultan 4. Mehmet döneminde Hacc’a gitmek üzere bir kısım devlet erkânıyla birlikte yola çıkar. Kafile Medine-i Münevvere’ye yaklaşmıştır. Vakit gecedir. Resûlullah (s.a.v) Efendimiz’e bir an önce ulaşma özlemiyle Nâbi’nin gözüne uyku girmemiştir. Fakat kafiledeki bir paşa, hem de ayaklarını kıbleye doğru uzatmış, uyumaktadır. Hazret-i Peygamber’in (s.a.v) beldesinde, edebe aykırı böyle bir gaflet hâlini bir türlü hazmedemeyen ve çok üzülen Nâbi, içine gelen bir ilhamla SAKIN TERK-İ EDEPTEN Na’tını bir anda irticalen söyleyiverir.

Kafile şafak vakti Medine-i Münevvere’ye girmektedir. Ravza-i Mutahhara’nın minarelerinden sabah ezanı okunmaktadır. Müezzin, ezanın ardından Türkçe bir kaside okumaya baslar. Nâbi, dikkat eder ki, okunan kendi şiiridir. Hemen minarenin kapısına koşar. Müezzine, “Allah aşkına, okuduğun bu na’tı nereden öğrendin?” der. Müezzin önce söylemek istemez ama Nâbi’nin “o bana ait” demesi üzerine müezzin şöyle cevap verir: “Bu gece rüyamda Efendimiz’i (s.a.v) gördüm, bana dedi ki : ‘Ya müezzin kalk yatma. Benim ümmetimden bana âşık bir zat benim kabrimi ziyarete geliyor. Muhabbetinden benim için şu na’tı söylemiştir. İşte bu cümlelerle minareden onu istikbal et.’dedi. Ben de hemen kalkıp abdest aldım ve Peygamberimiz’in (s.a.v) iltifatına mazhar olan âşık acaba kimdir diye düşünerek minareye koştum. Bana öğretildiği gibi okudum.” Şair Nâbi, müezzine “Ümmetimden mi dedi?” diyerek sevincinden oracığa bayılıp düşer.

SAKIN TERK-İ EDEPTEN

 

Sakın terk-i edebden, kûy-i mahbûb-i Hudâ'dır bu!

Nazargâh-i ilâhîdir, makâm-ı Mustafâ'dır bu.

Habîb-i Kibriyânın hâb-gâhıdır fazîletde,

Tefevvuk-kerde-i Arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ'dır bu."

Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i âdem zâil,

Â'mâdan açdı mevcûdât dü çeşmin; tûtiyâdır bu.

Felekde mâh-ı nev Bâb'üs-Selâmın sîne-çâkidir,

Bunun kandîli cevzâ Matla-ı nûr-i ziyâdır bu.

Mürâât-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha,

Matâf-ı kudsiyâdır bûse-gâh-ı enbiyâdır bu.

Şimdi de bu satırları günümüz Türkçe'siyle ifade etmeye çalışalım:

"Edebi terk etmekten sakın! Zira burası Allahu Teâlâ'nın Sevgilisi'nin bulunduğu yerdir. Bu yer, Hak Teâlâ'nın nazar evi, Resûl-i Ekrem'in makamıdır. Burası Cenab-ı Hakk'ın sevgilisinin istirahat ettikleri yerdir, fazilet yönünden düşünülürse Allahu Teâlâ'nın arşının en üstündedir. Bu mübarek yerin mukaddes toprağının parlaklığından yokluk karanlıkları sona erdi. Yaratılmışlar, iki gözünü körlükten açtı. Gökyüzündeki yeni ay, O'nun kapısının yüreği yaralı âşığıdır. Gökyüzündeki oğlak yıldızı bile O'nun nûrundan doğmaktadır. Ey Nâbî! Bu dergâha edebin şartlarına riayet ederek gir. Zira burası, büyük meleklerin etrafında pervâne olduğu yer olup, bu kapının eşiğini, peygamberler bile edep ve hürmet dairesinde eğilip öperler."

Evet, aziz dostlarım; Müslüman bir anne ve babadan, yine bir İslam diyarında Hz. Muhammet Mustafa’nın(s.a.v) ümmeti olarak yaratan yüce Allah’a(c.c.) hamd olsun. Sevgili Habibi’ne(s.a.v), cümle Peygamberlerine(a.s) ve yolundan giden cümle Muhammet Ümmetine selam olsun. Bizlere de, sevgisini kazanacak dua ve ibadet yapmayı yine sevdiği kulları hürmetine nasip eylesin.

Allah’a(c.c) emanet olunuz.

Not          :

1-Milletimizi acıya gark eden Somada faciada sadece evine ekmek götürmek için yerin altında canlarını veren aziz şehitlerimize Allah’tan(c.c) rahmetler, geride kalan acılı ailelerine ve milletimize sabırlar diliyorum.

2-İdrak ettiğimiz Miraç Kandilinin tebrik ediyor, ülkemiz ve İslam alemi için hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Mustafa Zincirkıran

mustafa-zincirkiran@hotmail.com

Genel Haberleri