Ölümle Aranız Nasıl?  

Müslüman olmanın altı şartını zikrettiğimiz Âmentü duasında “Vel ba’sü ba’del mevti hakkun…” (öldükten sonra dirilmeye inanıyorum) deyip de ölümden korkmak, ölüm bana geç gelse demek, küçüklüktür.   ...

Müslüman olmanın altı şartını zikrettiğimiz Âmentü duasında “Vel ba’sü ba’del mevti hakkun…” (öldükten sonra dirilmeye inanıyorum) deyip de ölümden korkmak, ölüm bana geç gelse demek, küçüklüktür.                                                                                                                                         

Ölüm tefekkürü yaptıran dostlara ihtiyacımız var. Efendimiz s.a.v., “Ölümü çok hatırlayın” buyuruyor. Ölümü çok hatırlayanın kalbi yumuşarmış.

 

“HİÇ GÜZEL OLMASAYDI ÖLÜR MÜYDÜ PEYGAMBER?”

Ölümü, Necip Fâzıl gibi cesurca karşılayabiliyor muyuz? Sizi bilmem, bendeniz o usta şairin mısralarıyla ölümü gönlüme alıp, hazırlık tâlimi yapıyorum elhamdülillâh:

“Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber / Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber? / Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun! / Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun! / Kapı kapı, yolun son kapısı ölümse / Her kapıda ağlayıp o kapıda gülümse!”

“Bir daha ölmemek için ölünür” diyen üstad, önce korkmuştu ölümden: “Köpek korkusiyle korktum ölümden / Ölmeden ölmeyi anlayamadım.” Ölmeden birkaç dakika önce pencereden dışarıya bakarak “Demek böyle ölünürmüş...” diyen Necip Fâzıl gibi ölümü cezbe hâlinde karşılamak ne güzel.

Ölüm tefekkürü yaparken onun mısralarını da meşk ediyorum şimdi: “Ölüm ölene bayram, bayrama sevinmek var / Oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var!”

“BİZİ YARATANA / SONRA TEKRAR ÖLDÜRECEK OLANA HAMD OLSUN”

Sezai Karakoç ustamız gibi “Bu dünya ölünecek dünya” diyor ve ölümü gönlüme alıyorum her gün: “Bizi yaratana / Sonra öldürüp / Yeniden yaratana / Sonra tekrar öldürecek olana / (…) Hamd olsun.”

“Hz. Mevlânâ ölüme “Şeb-i Arus”, yâni düğün gecesi diyorsa bizim bu düğüne sevinerek katılmamız lâzım. Allah’a vuslatın yolu ölümden geçmektedir.

 

EFENDİMİZ S.A.V.’DEN FAZLA YAŞAMAK AYIPTIR, DİYEBİLMELİYİZ

İmam-ı Gazâlî Hz.lerinin, “Mezardakilerin pişman olduğu şeyler için, dünyadakiler birbirini yiyor” dediği dünya için değer mi fazla yaşamaya? Ömür defterinin ne zaman kapanacağını Allah bilir şüphesiz. Yine de cüz’i irademiz ve gönlümüzden fışkırırcasına, Efendimiz s.a.v.’den fazla yaşamak ayıptır, diyebilmeyiz.

Kararını veremeyenlere Ömer Hayyam’ın sözünü hatırlatırım: “Sen hiç gitmeyecekmiş gibisin değil mi? / O gidenler de hep senin gibiydiler / (…) / Tut ki, Nuh kadar yaşadın zor belâ / Sonunda yok olacak sen değil misin?”

Efendimiz s.a.v’in “Ölmeden önce ölünüz” hadisinin tasavvuf terbiyesindeki adı olan “İrâdî Ölüm”, seyr ü sulûk ile ruhun arındırılması ve nefsin tasallutundan kurtarılmasıdır ki “Tabiî Ölüm” den evvel bu ölüme ancak er kişiler hazırlanabilir. Hz. Mevlânâ, bu er kişiler için “Ne mutlu o kimseye ki ölmeden önce öldü” diyor.

Ölümü hatırlamak için onun şu sözünü her gece vecdle okurum: “Ben ölürsem sakın bana ‘öldü’ demeyin. Aslında ben ölü idim, dirildim, beni dost aldı, götürdü. Ölüm âşıkla mâşukun kavuşmasıdır.”

 

ÖLÜM HOŞ GELMİŞ, SAFA GELMİŞ                                                                                                                             

Ölümden korkanlar, âhirete yatırım yapmayanlardır. “Ölümden kim korkmaz ki?” diyenlerimiz var etrafımızda. Dünyaya eyvallahımız kalmamışsa, imanımızdan emin isek, Allah için yüreğimiz yanımızdaysa, ölüm hoş gelmiş, safa gelmiş demek lâzım. Ölümden korkanlar Hz. Mevlânâ’ya kulak vermeli: “Ey ölümden korkup kaçan can! (…) Ölüm, insanın iç dünyasının bir aynasıdır. Ölümden korkanlar, kendi iç yüzlerinin çirkinliklerinden korkmaktadırlar.”

Onun gibi, ölümü sevmek gerek: “Canı sen aldıktan sonra ölüm şeker gibi tatlıdır. Seninle olduktan sonra, ölüm tatlı candan daha tatlıdır.”

Ölüm, insanlar için bir hürriyettir. Efendimiz s.a.v., “Gidenler: ‘Eyvah! Ölüm bu idiyse niye bu kadar geç kaldık’ diye daha önce ölmedikleri için hayıflanacaklardır” buyurmuş. Ölüm karşısında sorgulayıcı tavır almak imanın eksikliğindendir. Ölüm güle sevine Hakk’ın dergâhına göçtür.

 

ÖLEN KURTULUYOR; ÖLÜMÜ TATMAK NE GÜZEL, BİLENE

Zaten insanlar bu dünyaya uyumaya geldiler, ölünce uyanacaklar. Ölen kurtuluyor. Ölümün tadını en evvel Müslümanlar tatmak istemeli değil mi? Ölümü tatmak ne güzel, bilene. Haddim değil ama, ölüm mevzu olduğunda Hallac-ı Mansur’un hayranıyım âcizâne: “Ey fedakâr dostlar beni öldürün, çünkü benim hayatım ölümümdedir, Benim ölümüm yaşamaktır, hayatım ölmektir.”

 

ÖLÜME MÜSLÜMANCA BAKANLAR MUHABBET HİSSEDERLER

Ölüme Müslümanca bakanlar, korku değil, muhabbet hissederler. Ölüme insan-ı kâmiller gibi dost olmak gerek: “Allah’a dost olana ölüm acısı olmaz. Acı olmayınca ölümden korkmak lüzumsuzdur.”

“Gerçeklerden haberli olarak ölen Hak âşıkları, sevgilinin huzurunda şeker gibi erirler. Ötelerden haberdar olanlar, (…) şu insan kalabalığı gibi ölmezler” diyor Hz. Mevlânâ. Var mı aranızda böyle güzel bir ölüme tâlib olanlar? Dostlarımıza onun sözleriyle vasiyette bulunabilme cesaretini gösterebiliyoruz muyuz?

Allah bilir ki bunun tâlimini şimdiden yapıyorum?:

“Öldüğüm gün tabutum götürülürken, (…) Benim için ağlama, yazık vah vah deme! (…) Cenazemi gömdüğün zaman firâk, ayrılık deme! Benim buluşmam, kavuşmam işte o zamandır.”

 

ÖLÜM GÜZEL BİR AĞIRLANMADIR; “ÖLÜM BİR İKRAMDIR, ALLAH’IN”

Ölümün güzel bir ağırlanma olduğunu Efendimiz s.a.v.’in hadisinden öğrendim: “Meyyit (ölümü tatmış kişi), bedenini kimin yıkadığını, kimin kefenlediğini, namazını kimlerin kıldığını, ardından kimlerin geldiğini, lahde kimlerin indirdiğini ve kimlerin telkin verdiğini bilir.”

Bundandır ki mağaramda, yâni tenha odamda her gece en çok zikrettiğim söz, “Ölüm bir ikramdır, Allah’ın” sözüdür.

 

“ÖLÜM, MÜSLÜMANA HEDİYEDİR”                                                                                                                                         

İmam-ı Rabbanî Hz. lerinin, “Ölümden bahsetmek sünnettir. (…) Ölüm, sevgiliyi sevgiliye kavuşturan köprüdür” sözünü idrak edemeyen kişi, ölümü Müslümanca idrak edememiştir daha. Bu ulu zâtın şu sözlerini her gece okuyarak gönlüne koyamayanlar yüreksizdir: “Ölüm Müslümana hediyedir. Ölüm, ölmemek üzere doğuştur. Ölüm olmasaydı bu hayat hiç çekilir miydi? Ölüm, Müslümanın teselli kaynağıdır, hasretidir.”

 

AZRAİL ALEYHİSSELÂM KAPIYI ÇALINCA AÇMAM DİYEBİLİR MİSİNİZ?

Azrail aleyhisselâm kapıyı çalınca, açmam diyebilir misiniz? Muhakkak ki açacak, hoş geldin diyeceksiniz. Niye bana geldin, filana varmadın demeyin sakın. Hâlâ ölmediyseniz sevinmeyin. Belki yarın, belki yarından da yakın bir vakitte ecel kapımızı çalabilir.

AZRAİL ALEYHİSSELÂM “BİR CAN DOSTU, BİR MÜJDECİDİR” 

Ölümden korkanlar, Azrail aleyhisselâm’ı âyet üzere bilmeyenlerdir. O güzel meleği canımızı almaya gelen ölüm meleği diye tasavvur edenler modern zihniyetle malûldür. Câhillerin, yâni modern insanların kullandığı “Azrail’i atlattı”, “Azrail’e çelme taktı” gibi sözler Azrail aleyhisselâm’a ve imanın şartlarına hürmetsizliktir.

Bediüzzaman Hz.leri “Şuâlar”da Azrail aleyhisselam’ı “Sevdiğini” anlatır: “Bir gün bir duada (…) herkesi titreten ve dehşet veren Azrail namını zikrettiğim vakit, gayet tatlı ve tesellidâr (teselli veren) ve sevimli bir halet hissettim, ‘Elhamdülillâh’ dedim, Azrail’i cidden sevmeye başladım.”

 

AZRAİL ALEYHİSSELÂMI GÖNÜLDEN ÇAĞIRMAK                                                                                                                        

Hz. Mevlânâ’nın gözünde Azrail aleyhisselâm bir “can” dostudur, bizi Sahibimize götürecek bir “el”dir, bir “müjdeci”dir. “Yakına gel, yakına gel! Ey benim canım! Ey benim sultanımın habercisi! Emredileni yap! Allah isterse, ‘Sen bizi sabredenlerden bulacaksın” diye çağırır. Dimağını ve yüreğini modernizme kaptıran zavallılardan Azrail aleyhisselâmı gönülden çağıran çıkabilir mi?

“Rabbimiz, beni kendi hazretine dâvet ediyor. Artık gitmek zamânıdır. Yâ Azrâil! Çabuk ol! Beni Rabbime çabuk kavuştur!” diyen Hz. Mevlânâ’nın yüreğini anlayabilir mi modern insan? Necip Fâzıl’ın sözüyle “Azrail’e hoş geldin, diyebilmekte hüner...”

Seyyid Abdülhakim Arvasi Hz.lerinin anlattıklarını her Müslüman her gece zikretmelidir ki Azrail aleyhisselâm’ın, dünya ehlinin anlattığı gibi korkunç değil, müşfik bir elçi olduğu kalplerde yer etsin:

“Allahü teâlâya kavuşturduğu için, ölüm sevilir. Sevdiğim kimsenin kalmasını da, ölmesini de severim. Dost dosta kavuşmak istemez mi? Azrail aleyhisselâm, İbrahim aleyhisselâmdan ruhunu almak için izin istediğinde, ‘Nasıl olur, dost, dostun canını alır mı hiç?’ dedi. Allahü teâlâ, Azrail aleyhisselam ile haber gönderip, ‘Dost dosta kavuşmaktan kaçınır mı?’ buyurunca, ‘Ya Rabbi, ruhumu hemen al!’ diye dua eyledi.”

“Selâm Azrail’e, doğan bebeğe / Selâm tadlı sona…” diyen Abdurrahim Karakoç gibi, Azrail aleyhisselâmı tevekkülle karşılama ve selâmlama tâlimi yapmalıyız her gece. Bir veli zâtın,“Ben Azrail aleyhisselâmı Cebrail aleyhisselâmdan daha çok seviyorum, çünkü o beni Rabbime kavuşturuyor” sözündeki iman gücünü yakalayanlara ta’zimde bulunun.

 

“ÖLÜMÜN YÜZÜ SOĞUK” DİYENLER MODERN CÂHİLLERDİR

“Ölümün yüzü soğuk” diyenler modern insanlardır. Azrail aleyhisselâm’ı, Kur’ân ve hadislerden tanıyıp bilmedikleri için ölümün yüzünü soğuk ve korkunç sanıyorlar. Müslüman ecdâdımız gibi ölüm bizim için gül bahçesine göçmektir diyemiyorsak, Yunus Emre Hz.lerinin yüzüne nasıl bakacağız? “Ölüm dosttan (Allah’tan) gelen dâvete icabettir / (…) /Yunus ölürse ne gam aşk içinde kardaşlar ” diyor.

Ölümü ciddiye almayanlara onun mısralarıyla derim ki: “Bir gün Azrail / Sana da gelür / Bana da gelür” (…) “Ölüm demez yiğit, koca / Ya gündüz gelir yahut gece / (…) / Hani Ali, hani Osman? / Onlar oldu hepsi yeksan …”

Tereddüt etmek yakışır mı yüreği yanında olan insana? Bu ulu dervişin mısraıyla “Azrail hamle kılmadan gel dosta gidelim gönül” tâlimi yapalım, derim.

 

“ÖLÜNÜZ, ÖLÜNÜZ; BU ÖLÜMDEN KORKMAYINIZ!”

Allah bilir ki, fakir, dünyadan soğudu. “Ölülerimiz bizi bekliyorlar”, bir an evvel hayırlısıyla ölelim, derim. Ölmeyi aklına getirmeyenlere Hz. Mevlânâ’nın Mesnevî’sindeki sözlerini hatırlatın. Bendeniz bu sözler üzerinde sıkça meşk ederim:

“Ölünüz, ölünüz; bu aşk uğrunda ölünüz! Aşk uğrunda ölürseniz, bedenle yaşamaktan kurtulur, baştanbaşa ruh olursunuz! Ölünüz, ölünüz; bu ölümden korkmayınız! Çünkü, ölümle su kirli topraktan kurtulur, göklere, ötelere yükselirsiniz!”

Hangi bâtıl din ve felsefe söyleyebilir ölümün bu kadar güzel ve gerekli olduğunu? Hangi dünya görüşü ve ideoloji ölümün böylesine kutlu olduğunu savunabilir?

 

GERİDE KALANLARA İNSAN OLDUĞUMUZU HATIRLATMAK İÇİN ÖLELİM

İslâm düşünürü El Kindi: “Ölüm olmasaydı, insan olmazdı. Ölüm yoksa insan yoktur. Bir insan ölümlü değilse, insan olamaz.”

Öyleyse geride kalanlara insan olduğumuzu hatırlatmak için ölelim. Kendi devrinde Asya’nın hâkimi olan Gazneli Mahmud gibi kudretli hükümdar bile daha tahtında iken ölümü sevmiş ve “Yoklansın kafası mezarda her ölenin; farkı var mı bakalım, hükümdarla kölenin” demiş.

Ehl-i tasavvufun dediği gibi “Hangi güzel yüz ki, toprak olmadı. Hangi güzel göz ki, toprak dolmadı. Dünya hayatı yarımdır, ölünce tamamlanıyoruz.”

MEZARLIKLARI SEVME TÂLİMİ YAPIYORUM ARTIK

Mezarlıkları sevme tâlimi yapıyorum artık. Yunus Emre Hz.lerinin mısralarını üç beş kez okuyup öyle çıkıyorum mezar ziyaretlerine. Ölüm ve mezarlık bir gül bahçesi gibi içimde şimdi:

“Sabahın sinlere vardım gördüm cümle ölmüş yatar / Her biri bî-çâre olup ömrün yavu kılmış yatar / Vardım bunların katına baktım ecel heybetine / Nice yigit muradına erememiş ölmüş yatar / Yimiş kurt kuş bunı keler nicelerin bağrın deler / Şol ufacık nâresteler gül gibice solmuş yatar / Toprağa düşmüş tenleri Hakk'a ulaşmış canları / Görmez misin sen bunları nevbet bize gelmiş yatar…”

Bahaettin Karakoç’un şiirinde ölüm suali üstüne insan hâlleri anlatılır ki, o hâllere düşmekten Allah’a sığınırım:

“… Sordum ki ölümün aslı nedir? / (…) / Hiç ağlamamış bir hakime sordum bu soruyu / Titredi deri değiştiren bir yılan gibi / Belli ki ölümü hiç aklına getirmemiş/ Herhalde iktidardan düşmek dedi /Aç gözlü bir bezirgâna sordum bu soruyu / Bir servetine baktı, bir de dağlara / Ne fırtınalar atlatmıştı bugüne dek / Ölüm, bir iflastı kapkara / Şanlı bir güzele sordum aynı soruyu / Işıklı kanatları aniden buruşuverdi / İlk kez sıkışıyordu zaman aralığında / Ölüm, yaşlanmak dedi ve ıslandı kirpikleri / Umutsuz bir hastaya sordum aynı soruyu / Doktoruna baktı, baktı ve daldı / Doktorsa bir kalbin durmasıdır ölüm dedi…”                                                                                                                     “YAŞAMAK İŞTAHI” NDA OLAN MODERN / SEKÜLER İNSANLAR ÖLÜM DENİNCE ÜRPERİRLER

Bize örnek olarak gösterilen Cumhuriyet büyükleriyle (!) aydınların ve ders kitaplarında yazıları ve şiirleri okutulan edebiyatçıların çoğu ölümden korkan zavallılardır. Ölüm denince ürperirler, tir tir titrerler. Onları ölüm karşısında zavallı yapan şey kapıldıkları Batı’nın düşünce ve felsefeleridir; “yaşamak İştahı” dır. Bu zavallı güruha göre ölüm rahatsız edici, hayattan koparıcı ve sonsuz karanlık bir düşüncedir.

Cumhuriyet modernleşmesinin bu zavallılara öğrettiği şey: “Ölüm, insanların başarılarından hoşlanmayan tanrıların verdiği cezadır.” Bunların hâlini Necip Fâzıl’ın mısralarıyla anlatabilirim: “Ölümü sığdıramaz /Akıl daracık koğuk / Ölemez, çıldıramaz /Ağlarlar boğuk boğuk.”

 

EY AHMAK! ÖLÜMDEN GÜZEL BİR ŞEY VAR MI?

Modern insanlar ölümden pek korkarlar. Çünkü yürekleri yanında değil onların. “Ölüm aklıma geldikçe korkuyorum” diyen modernlere, yâni ahmaklara acıyınız. Onlara ölüm bilgisine sahip olmasını tavsiye ediniz. Hiç ölmeyecekmiş gibi nefsaniyetin en yüksek haddinde çalım satanlara Necip Fâzıl’ın mısraıyla, “Soruversem: Haberin var mı ölümden?”                                                                                                                                                                                                                                                                           

“Lütfen bana ölümü hatırlatmayın” diyenlere derim ki: Ey ahmak! Ölümden güzel bir şey var mı? Biz unutsak ta ölüm bizi unutmaz. Vakti saati geldiğinde kapıyı çalar gelir. “O kaçmakta olduğunuz ölüm, işte size mutlaka ulaşacaktır…”  âyetine (Cuma sûresi / 8) inanmıyor musun?

Karacaoğlan’ın, dünyasına doymamış, gök ekini gibi taze insanlar için dediği “Var git ölüm sonra gel” mısraları sizi aldatmasın ve kötü gamlara düşürmesin: “Ölüm ardıma düşüp de yorulma / (…) / Akıbet alırsın komazsın beni / Var git ölüm bir zaman da gene gel / Şöyle bir vakitler yiyip içerken / Yiyip içip yaylalarda gezerken / (…) /Eşimle dostumla buluşamadım.”

 

ÖLÜM DAİMA GÖZÜMÜZÜN ÖNÜNDE OLMALI

                                                                                                                                          Ölüm her an yoklayabilir. Kitap okurken, yazı yazarken, para sayarken, türkü dinlerken, haram mekânlarda eğleşirken, namaz kılarken… Elbette ölüm geldiğinde iyi amel üzere olmak bahtiyarlıktır. Doğduğumuza seviniyorsak, öldüğümüze de sevineceğiz. Ölüm daima gözümüzün önünde olmalı.

 

“EVVEL GİDEN AHBÂBA SELÂM OLSUN ERENLER”

Hâsılı kelâm; insan sözüne ne hâcet. Âyet buyruğudur: “Her nefis ölümü tadacaktır.”

Ölmeyi cezbe hâlinde bekleyenlere ve bizden evvel ölüp asıl vatana vâsıl olanlara Y. Kemal’in mısralarıyla derim ki: “Tekrar mülâkî oluruz bezm-i ezelde / Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler.”

Genel Haberleri