Çocukluğum, gençlik yıllarım,eski adı Celâ olan- Ekinözün’de yaşayan rahmetle andığım dedem Ümmet ve babaannem Fadime Karakoç’un yanında geçti. Ailenin ilk torunu olduğum için herkes tarafından çok sevilir, bir dediğim iki edilmezdi.
En büyük amcam Abdurrahim Karakoç, o yıllarda Ekinözü Belediyesinde muhasip olarak çalışıyordu. Dedem, babaannem ve ben, yaz tatillerinde Ekinözü’nün 5 km. dışında bağ ve bahçelerimizin olduğu çiftlikte kalırdık.
Abdurrahim amcamın, dedemin ve babaannemin yanında sevgisi farklıydı. Çocukluk döneminde bile amcam ne isterse yapılırmış, hatta her türlü hata ve yaramazlıkları hoş karşılanırmış. Bu sevgileri hep sürdü. Ona, bahçeye gelemiyor diye mutlaka her gün benimle meyve ve sebzelerden en iyilerini gönderirlerdi. Oyun çağında olmama rağmen çok kez oyunumu bırakarak bu görevi zevkle yerine getirirdim. O da beni çok severdi. Amca – yeğen değil candan iki arkadaş gibiydik.
Hafta sonlarında bahçede aile fertleriyle bir araya gelindiğinde, günümüz bir şölen havasında geçerdi. Yine öyle bir ortamda Abdurrahim amcamın, hatalı bir davranışımdan dolayı beni dövmeye kalkan babamın elinden alarak dayak yemekten kurtardığını hiç unutamam.
Avcılığı ve doğada gezmeyi çok severdi. Ekinözü çevresindeki dağlara keklik, Nergele Çayı’na da alabalık avı için birkaç kez beni de götürmüştü. Yolculuğumuz hep onun nükteli sohbetleriyle doyumsuz olurdu.
Kaynaştırmayı ve paylaşmayı seven bir mizacı vardı. Ailede ve çevrede kırgınları barıştırma görevini de hep o üstlenirdi. Nerede bir cenaze ve düğün varsa hepsine de katılırdı. Yazdığı şiir ve yazılarla insanlarda sert bir mizaca sahip olduğunu hissettirse de aslında onun yüreği sevgiyle doluydu, asla kimseyi incitmek istemezdi.
Çok zekiydi. Gençlik yıllarında marangozluk yapmış, çok güzel el sanatları ürünü ortaya koymuştu. Resim çizme konusunda da yeteneği ileri düzeydeydi. Yapmış olduğu kınalı keklik resimleri hala hafızamda canlılığını koruyor.
Onunla iyi anlaşan iki dosttuk. Evliliğe ilk adım atışımda bile o vardı. Eşimi istemek için önce onu göndermiş, işi bitirince de babama ve anneme haber vermiştim. Yıllar sonra da bu güzel ilişkimiz devam etti.
‘Mektup yazdım Hasan’a ha Hasan’a ha sana’ diyerek ilk kitabı “Hasan’a Mektuplar” la büyük yankı uyandırdı ve baskı üstüne baskı yaptı. “ Askere Mektup” ve“Tohtur Beğ” isimli iki şiiri ilk defa halk türküsü sanatçısı Zekeriya Bozdağ tarafından bestelendi. Tohtur Beğ şiiri Âşık Mahzuni Şerif tarafından farklı bir şekilde okundu. Bunları daha sonra da Selda Bağcan tarafından okunan “ Unutursun Mihriban’ım” ve Musa Eroğlu’nun bestelediği, günümüzde hala dillerden düşmeyen “Mihriban” şiiri takip etti. Gülşen Kutlu’nun yorumladığı “Sultanım” şiiri ilk defa TRT de yerini aldı. Her geçen gün besteler peş peşe geliyordu. Şiirleri plak ve kasete dönüşüyordu. Ekrem Çelebi tarafından “Unutma Dost ve Sana Geliyorum” , İbrahim Tatlıses ve Nuray Hafiftaş’ın okuduğu “Omzumda Sevda Yükü”, Musa Eroğlu, Osman Öztunç ve Hasan Sağındık tarafından okunan “ Suları Islatamadım”, Sevcan Orhan’ın okuduğu “ Sevgi Yetmiyor” Ayrıca Hasan Sağındık’ın bestelediği Abdurrahim Karakoç’a ait İşte bestelenen şiirlerden bazıları şunlardır:“Beşinci Mevsim, İsmailce, Geç anladım, Kimin Dünyası, Kıyas, Sevgi yetmiyor, Hazır ol, Siyah Ağıt, Canımız Kurban, Otuz Yıl Önce, Bebeğe İhtar, Bağışla Beni, Soylu Bir Destan, Seni Düşünürüm, Dosta Doğru, Seni Aradım, Aynaların Ötesi, Gönlümdeki Gurbet, İsyanlı Sükût, Anadolu Gezisi, Dün Gece vb.” bestelenmiş yüzlerce eserinden bazılarıdır.
Vefatıyla ilgili medya haberlerinde onu “Mihriban” şiiriyle sınırlayıp tanıtmaya çalıştılar. Abdurrahim Karakoç, hem manzum, hem de nesir alanında büyük başarı yakalayan ender insanlardandı. O çok iyi bir halk ve hak şairi, iyi bir dava adamı ve hiciv ustasıydı. Halkın mağduriyetini şiirleriyle en güzel şekilde anlatmış, zulme başkaldırmış ve hakkında 30’a yakın dava açılmış olmasına rağmen hiç birisine avukat tutmamış ve kıvrak zekâsıyla bütün davalardan beraat etmiştir. Çocukluğunda 25 gün gibi kısa sürede Kuran-ı Kerimi öğrenen amcam Abdurrahim Karakoç kendisini "Türkislam" davasına adamıştı.
“Kör dünyanın göbeğine
Hak yol İslâm yazacağız.
Kuşların göz bebeğine
Hak yol İslâm yazacağız.” mısrasıyla başlayan İslami duygularının öne çıktığı “Hak Yol İslâm yazacağız” şiiri binlerce insanın dilinde marşa dönüşmüştü.
İslam’dan bahsetmenin suç olduğu bir dönemde o korkusuzca şiirleriyle haykırıyordu.
Ne diyorsa İslam Dini
Uyacağız suç olsa da
Gerçeği örten kefeni
Soyacağız suç olsa da
Alnımız ak yüzümüz ak
İslam olan olmaz korkak
Batıla batıl hakka hak
Diyeceğiz suç olsa da
Çiçeklenir sevda serde
Cihad düğün olur merde
Nur-u Kur’an’ı her yerde
Yayacağız suç olsa da
“Deseler ki ‘İslam’ın pınarından içmek suç’
O suçu kabullenir içerim avuş avuç…
“Çarpık Çağ” şiirinde ise toplumdaki çarpıklığı şöyle anlatıyordu:
Doğru mu, yanlış mı? Karar sizlerin
Biz aklın durduğu çağda yaşadık.
“Ben dinsizim” diyen beyinsizlerin
Din dersi verdiği çağda yaşadık.
Çabuk pişsin diye zorbanın aşı
Ayıran olmadı kurudan yaşı
Keçinin kaplana her adım başı
Kırk tuzak kurduğu çağda yaşadık.
Başörtüsü yasak, Türk olmak günah
Sabır ver sabır ver ey Gadir Allah
Bulaşık basının her gün, her sabah
İslam’ı yerdiği çağda yaşadık.
Yüreği sevgi dolu amcam asla kimseyi incitmek istemezdi. Bu düşüncesini “İncitme” şiirinde şöyle ifade ediyor.
Gölgesinde otur amma
Yaprak senden incinmesin
Temizlen de gir mezara
Toprak senden incinmesin.
Yollar uzun yollar ince
Yol kısalır aşk gelince
Yat kurban ol İsmail’ce
Bıçak senden incinmesin.
Burdayım de ararlarsa
Doğru söyle sorarlarsa
Tabutuna sararlarsa
Bayrak senden incinmesin.
İl göçsün göçtüğün vakit
Yol yansın geçtiğin vakit
Suyundan içtiğin vakit
Kaynak senden incinmesin.
Toz konmasın sakın sana
Hakkı geçer halkın sana
Gücenmesin yakın sana
Uzak senden incinmesin.
Amcam Abdurrahim Karakoç’un yazdığı taşlamalar, aşk, tabiat, dava şiirleri ve nesirlerinde inancından taviz vermeyişini ve dik duruşunu mutlaka görürsünüz.
Ben Milletim uğruna adamışım kendimi
Bir doğrunun imanı, bin eğriyi düzeltir.
Zulüm Azrail olsa, hep hakkı tutacağım
Mukaddes davalarda ölüm bile güzeldir.
“Taksim” şiirinde ise şöyle diyor;
Bana Mevlana’yı Yunus’u verin,
Mecnun’u Leyla’yı size bıraktım.
Kırk yıldır susuzum bir tas su verin,
Irmağı deryayı size bıraktım.
Talipli değilim şöhrete şana,
Makamı rütbeyi yük etmem cana,
Dostluk sevgi şefkat yetişir bana,
Dövüşü kavgayı size bıraktım.
Onu birkaç sayfayla anlatmak mümkün değil. Bazı özelliklerini ifade etmeye çalıştım. Cenazesinde gördüm ki sağlığında yazdığı şiir ve yazılarıyla övdüğü, hatta dövdüğü herkes oradaydı. Ölümünde bile herkesi birleştirmişti. Allah mekânını cennet eylesin.
Sağlığında yazdığı şu kıta her şeyi anlatıyor.
“Uyuz öküzlerin adam güttüğü
Çarpık bir dünyada yaşadı gitti.
Çoğunun putlara secde ettiği,
Dünyayı dünyada boşadı gitti.”
Saygı ve dua ile.
Oğuz KARAKOÇ