Bismillâh…
Elhamdülillah…
Es-sâlâtü ve’s-selâmü alâ Rasûlillâh…
İslâm’a göre yılın belli ayları ve günleri mübârek olduğu gibi, yeryüzünün belli mekânları da mukaddestir. Kültür ve medeniyet dünyamızda “Haremeyn” olarak vasfedilen Kutsal Topraklar onbeş asırdan beri bütün Müslümanların rüyâlarını süslemiş, mü’minlerin hayâlhânelerini beslemiş ve “Gül” âşıklarının derûnî sevdâlarını nûrânî güzelliklere yaslamıştır.
Bu kutsal diyarlar; İlâhî ikrâmın sağanak sağanak yağdığı, feyz ummânının dalga dalga coştuğu, rahmet deryâsının sel olup taştığı, Hz. Âdem(a.s)’den başlayan nübüvvet nûrunun Fahr-i Kâinât Efendimiz(s.a.v.)’e ulaştığı, yeryüzünün en mübârek beldeleridir.
İslâm’ı yaşamanın mutluluk ve huzûrunu bütün hücrelerine nakşeden, kalpleri Allah (c.c.) ve Resûlullah (s.a.v.) aşkı ile yanan, gönlü ve aklı îman şuûru ile mücellâ olan her Müslüman’ın, fânî dünyadan bâkî âleme göçmeden evvel en çok ziyâret etmek istediği yerler, hiç şüphesiz “Mekke-i Mükerreme ve Medîne-i Münevvere”dir. Mescîd-i Harâm’ın ve Ravza-i Mutahhara’nın rahmetiyle nurlanan bu İki Kutsal Şehir; “Allah(c.c.)’ın Beyti”nin ve “Habîbi”nin bulunduğu, Yüce Rabbimiz’in birisinde “Celâl”, öbüründe “Cemâl” sıfatlarının kemâl bulduğu, âşıkların gönlüne “Lâle” ve “Gül” muhabbetinin serâpâ dolduğu mukaddes diyarlardır.
Bu kutlu diyarlar ki, Cibrîl-i Emîn’in getirdiği vahyin nûruyla aydınlanan; pek çok nebînin, Peygamber-i İzâm’ın, Şâh-ı Rüsûl’un, Ehl-i Beyt-i Mustafâ’nın, Hulefâ-i Râşidîn’in, Ashâb-ı Güzîn’in, Sadât-ı Kirâm’ın, nice evliyâ ve asfiyânın “ayak izleri”ni taşıyan muazzez mekânlardır.
Bu kutlu diyarlar ki; sadece isimleri yâd edilince dahi bağrı yanık âşıkların gözlerini terleten, gönüllere huzûr veren, bu “Mukaddes Yolculuk”a çıkanların ruhlârımızı kanatlandırıp Mâverâ ufuklarına götüren, kalpleri Rahmânî iklimlerin hudutsuz nîmetleriyle perde-pûş eyleyen ve günün her saati ibâdetlerle, duâlarla, Tekbirlerle, Salât ü Selâmlarla ziynetlenen mükerrem mekânlardır.
Bu kutlu diyarlar ki; hayatta bir defa dünya gözüyle görebilmek, Habîb-i Kibriyâ’nın “İzinin tozuna” yüz sürebilmek, Kâbe’nin çevresinde pervâne gibi dönebilmek, Arafat’ta, Müzdelife’de, Mina’daki rahmet ve mağfiret yağmurlarından hissedâr olabilmek için yıllar yılı büyük bir özlemle gözyaşları dökülen ve vuslat için tekrar tekrar duâ edilen mübeccel mekânlardır.
Bu kutlu diyarlar ki, parası olanın değil aşkı olanın gittiği, uşşâkın günde beş kez gönlüyle Hicret ettiği, bedenen gidemeyenlerin “bâd-ı sabâ” ile selâmını, hüccâc ile muhabbet ve hürmetini gönderdiği, Haremeyn’e kalp ayağıyla yürüyenlerin, gönül gözüyle nazar edenlerin, Efendimiz’in nefes verdiği havayı teneffüs etmek isteyenlerin devamlı hasret çektiği münevver mekânlardır.
Bu kutlu diyarlar ki; zamanın ve mekânın bir başka boyutta göründüğü; maddenin mânâlaştığı, mânânın da madde plânında ete-kemiğe büründüğü; gönüllerin kelimelere sığmayan metafizik ürpertilerle coştuğu, duyguların târifsiz güzelliklerle buluştuğu ve “kāl”in sustuğu, “hâl”in konuştuğu mübârek mekânlardır.
İşte, adı bile yüreklerimizde tatlı bir heyecan esintisinin uyanmasına, gözlerimizin bulutlanmasına ve iç âlemimizde uhrevî bir ateşin tutuşarak yanardağ hâline gelmesine vesîle olan bu kutlu diyarları anlatan naçizâne çalışmamızın ilk bölümü “Mukaddes Yolculuk Medîne-i Münevvere” ismiyle Türkiye Diyanet Vakfı tarafından -ilk baskısı 2010, ikinci baskısı 2012 yılında- yayımlanmıştır.
Kur’ân-ı Kerîm’de “Ümmü’l-kurâ / Şehirlerin anası”[1] diye vasfolunan, “..Şüphesiz âlemler için, bereket ve hidâyet kaynağı olarak kurulan ilk ev elbette ki Mekke’de olandır..”[2] semâvî beyânıyla ifâde buyurulan, “..Allah’ın koyduğu dîni işâret ve nişanlar”[3]la mükerrem kılınan, kürre-i arzın ve kâinâtın kalbinde yer alan, İslâm’ın Kıblesi Beytullah ile başı yedi kat semâvâta uzanan, pek çok peygamberin hâtıralarını sînesinde saklayan ve Hac ibâdetinin yapıldığı rahmet ve mağfiret membaı olan ‘Yürek Devletimizin Başkenti’ni de yazıp tamamlamamız 2013 yılında kısmet oldu. Bir kere daha Hac’cetmeyi ve Hicaz serîsinin ikinci bölümünü “Mukaddes Yolculuk Mekke-i Mükerreme” ismiyle iki cilt olarak yayına hazırlamayı bu fakîre nasîp eyleyen Cenâb-ı Hakk’a bir kere daha ilm-i İlâhî’sindeki sonsuz sayılar adedince şükür ve hamd ü senâ ediyorum.
Asırlardan beri; Hac farîzasını edâ etmek, “Kâbe yollarında kumlara batmak”, “Duyûfu’r-Rahmân” (Allah’ın Misâfiri) sıfatına ermek ve Fahr-i Kâinât Efendimiz’in yolunda yürümek sevdâsıyla yanıp tutuşan Müslüman yürekler, bu kutsal diyarları ziyâret etmek için devamlı hasret çekmişler ve bir ömür bu “Mukaddes Yolculuk”un aşkı ve iştiyâkıyla yaşamışlardır.
Çünkü bu “Mukaddes Yolculuk”; insanlık tarihinin ilk durağına, Kâbe’nin nûruyla aşka gelen îman çağına, gönülleri tek “Bir”de birleştiren en mübârek Tevhid otağına ve çağlar ötesinden Hz. İbrâhim(a.s.)’in Allah (c.c.) adına yaptığı dâveti, kulluk şuuruyla “Lebbeyk! Allâhümme Lebbeyk!..” diye cevaplayanların vuslat ocağına yaptığı “Bir mübârek sefer”dir.
Çünkü bu “Mukaddes Yolculuk”; İslâm Güneşi’nin doğduğu, vahyin sağanak sağanak yağdığı, İlâhî Nûr’un yeryüzüne yayıldığı, gönüllere “Gül” sevdâsının oyalandığı ve Saâdet Asrı’nın mayalandığı Vahyin Beşiği olan “Allah’ın Beyti”nin bulunduğu gönül coğrafyamızın merkezine yapılan bir aşk yolculuğudur.
Çünkü “Haremeyn”e vâsıl olmak için çıkılan bu “Mukaddes Yolculuk”; hem İlâhî dâvete icâbet, hem bereketli bir ibâdet, hem anayurdumuza hicret, hem de rahmet ve mağfiret deryâsına azîmettir. Bu îtibarla, Âdemoğlunun ruh ve mâneviyat örgülerinin dokunduğu kutsal diyarlara yapılan bu “Mukaddes Yolculuk”; dünya hayatında kaybettiğimiz insanlığımızı yeniden bulma, yeniden kendimize gelme, “istikâmet üzre” yaşama şuuruna yeniden sahip olma ve düşünce dünyamızda yeni bir inkılâp oluşturma maksadına mâtuf bir niyet, bir ikrâr ve hayatımıza bembeyaz bir sayfa açmaya yönelik bir kavl ü karardır.
Tek kelimeyle muhteşem bir ibâdet olan ve İslâm’ın beş temel şartından birisini oluşturan Hac’cı edâ etmek için çıkılan bu “Mukaddes Yolculuk”ta; “Sonsuz Nûr”un izini sürebilmenin, O’nun rahmet ikliminden “Gül” kokuları derebilmenin, ilk hareket noktasından bakıp Hilâl’in tarih yolculuğunu görebilmenin ve ziyâretimizi şuur plânında idrâk ve ikmâl edip, tefekkür ikliminde kalbimize hakkıyla kıvam verebilmenin ilk şartı hiç şüphesiz “îman ve ihlâs”; ikinci rüknü ise “ilim ve irfan”dır. Burada bahsettiğimiz ilmin esâsı; Hac için gerekli olan dînî bilgiye sahip olmanın yanında, Kutsal Topraklardaki mukaddes mekânları, buraları şereflendiren muazzez hayatları ve mübârek hâtırâları hakkıyla tanımak ve bilmek; böylece madde ile mânânın, ilim ile îmanın, şuur ile aşkın terkibini yaparak hikmetle harmanlanmış irfânî bilgiye sâhip olmaktır.
Bu düşüncede olan mübârek ecdâdımız da, “Mukaddes Yolculuk” için yapılması gerekeni çok veciz bir biçimde ortaya koymuş, “Önce tekke, sonra Mekke!” demiştir… Ecdâdımız böyle diyerek; “Bu yolculuğa çıkmadan önce; Kutsal Topraklarda yapılması gereken ibâdet ve tâkip edilmesi gereken âdap Müslüman’a yaraşır bir irfanla öğrenilmeli, Haremeyn hakkında gerekli bilgiler edinilmeli, zihnî hazırlık bilgi ve tefekkür ikliminde tamamlanmalı, Muhabbet-i Resûlullah’tan Muhabbetullah’a giden aşk çağlayanında ruh kıvama getirilmeli ve ondan sonra bu ‘Mukaddes Yolculuk’a çıkılmalıdır.” düşüncesini bir cümlede özetlemiştir.
İslâm büyükleri de bu mevzuda; o mübârek diyârların şeref ve fazîletine uygun hareket edebilmek, ibâdet ve ziyâretlerde âzâmî derecede hassas davranabilmek, edebe riâyette gerekli titizliği gösterebilmek ve o kutsî mekânların mânevî havasını kalplere şuurlu bir biçimde nakşedebilmek için elbette “bilmek” gerektiğini; fakat bilginin yanında ve ötesinde ise, îman ufkuna müştak bir heyecan ve aşk-ı İlâhî’ye müheyyâ bir gönülle Kutsal Topraklar’a gitmenin ehemmiyetini de özellikle ifâde etmişlerdir. Allah Dostları’nın tâbiriyle söylersek; “bil”mek, “bul”mak ve “ol”mak esastır. Elbette ki bilenler değil, bulanlar ve olanlar maksûda erer… Fakat olmak için bulmak, bulmak için de bilmek gereklidir. Çünkü “Mukaddes Yolculuk”; zâhirî bakımdan tamamlanırken, bâtinî yönden de ikmâl edilmesi gereken derûnî bir ibâdettir. Zâten velî kulların beyanlarından anlaşılmaktadır ki, gittiği mekânların kutsiyetini hakkıyla bilenler, Kutsal Topraklardaki sonsuz aşk çağlayanında bir zerre olabilme iştiyâkıyla bir ömür yanıp-tutuşanlar, Mâverâ ufkuna gönül gözüyle nazar atfedebilenler, bildiklerinden daha fazlasını bulurlar, Yüce Rabb’imizin ihsân ve inâyetiyle rahmet deryâsının nice güzellikleriyle hemhâl olurlar.
Kalp ayağıyla “eşyânın hakîkati”ne giden Evliyâullah da, bu yolda maddenin mânâya dönüştüğünü; gönüllere bu kutsal mekânların rûhâniyetinin düştüğünü; teslîmiyet ve tevekkül burçlarında; sabır, ibâdet, tefekkür, tezekkür ve şükür ikliminde kemâlâta kavuşulduğunu, “Bismillâh” ile başlayan Hac yolculuğunun mü’minleri“Anasından yeni doğmuş gibi”[4] yaptığını dile getirirler.
İşte bütün bu ifâdeler ışığında “Mukaddes Yolculuk Mekke-i Mükerreme” ismiyle kaleme aldığımız ve bir seyahatnâme çerçevesinde yazdığımız bu son eserimizde Allah(c.c.)’ın mukaddes kıldığı, Hac’cın yapıldığı, pek çok peygamberin hâtırâlarının bulunduğu “Şehirlerin Anası”[5] ve Vahyin Beşiği olan Mekke-i Mükerreme’nin; kâinatın kalbi ve merkezi, Mâverâya açılan serhat kapısı ve Müslümanların kıblegâhı olan Kâbe-i Muazzama’nın; yüreğinde Beytullah’ı saklayan, Zemzem ve Makâm-ı İbrâhim ile kutsiyetine kutsiyet katan, yeryüzünün en mübârek ibâdetgâhı olan Mescid-i Harâm’ın; mânâ dünyası, “Gül” kokulu hâtırâları, mîmârî geçmişi, bugünkü durumu ele alınmış ve Kutsal Topraklar çeşitli yönleriyle ayrıntılı bir biçimde aktarılmaya çalışılmıştır.
Bu eserde; Hz. İbrâhim (a.s.), Hz. Hâcer (r.aa.) ve Hz. İsmâil(a.s.)’in tekrar tekrar yâd edildiği, İki Cihan Güneşi’miz Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.v.)’nın doğduğu, havasını teneffüs ettiği, ilk vahyin nâzil olduğu, ömrünün elli üç yılını geçirdiği, her bir köşesinde o mübârek hâtırâlarının buram buram koktuğu, ümmeti uğrunda nice çileler çektiği, ilk Müslüman olma şerefini taşıyan Hz. Hatîce(r.aa)’yle birlikte diğer pek çok sahâbe kabirlerinin bulunduğu ve Efendimiz’in Medîne’ye hicret ederken hüzünle geriye dönüp; “Ey Mekke! Senden ayrılma mecbûriyetinde bırakılmasaydım, aslâ ayrılmazdım.”[6] diye seslendiği bu Kutlu Şehir ve çevresindeki Hac’cın edâ edildiği mekânlar -Mina, Müzdelife ve Arafat- detaylı bir şekilde anlatmıştır.
Bu eserde, Allah’ın Misâfirleri’nin; Kâbe’yi, Mescid-i Harâm’ı, Hac’cın yapıldığı mekânları ve Mekke-i Mükerreme’deki mübârek yerleri; dînî ehemmiyeti, mîmârî /fizikî özellikleri, dünkü ve bugünkü durumları; resimler, adresler, haritalar ve krokiler eşliğinde îzah edilmiştir… Ayrıca Kâbe’nin inşâsı, Mescid-i Harâm’da yapılan genişletmeler, Mekke ve çevresindeki dînî ve târihî mekânlar ve bunların zarfında yapılan değişiklikler de tafsîlâtlı bir biçimde açıklanmıştır.
Bu eserde, Allah (c.c.)’ın rızâsını kazanmak gâyesiyle Beytullah’a hicret için çıkılan, “Dînin kemâle ermesi ve teslîmiyetin tamamlanması” diye nitelendirilen, insan hayatında bir dönüm noktası oluşturacak kadar önemli olan/olması gereken bir ibadet olan Hac’cın derûnî dünyasına dâir âcizâne görüşlerimiz de dile getirilmiştir. Hac’daki “İlâhî sembollerin” taşıdığı mânâ, maksat, mâhiyet, sır ve hikmet, zarfı ve mazrûfuyla birlikte “ummandan bir katre mîsâli” ele alınarak anlatılmaya çalışılmış; ayrıca Allah Resûlü(s.a.v.)’nün Vedâ Hac’cı da; “Allah Resûlü(s.a.v.)’nün İzinde Yürümek” başlığı altında müstakil bir bölüm olarak yazılmıştır. Ayrıca Hac’da Kâbe’yi dolduran ve ‘Aynı gözyaşında akan’ o müthiş insan kalabalığındaki kemiyetin, keyfiyet cevherinde de kesâfet arzetmesi, muhteşem şeklî birlik manzarasının her sahâda temâyüz etmesi için âcizâne bâzı değerlendirmeler de yapıldığı gibi, daha önceki Hac ve Umre ibâdetlerimizdeki hâtırâlarımızdan ve tecrübelerimizden de bahsedilmiş, Kutsal Topraklar’a ilk defa gidecekler için yol harîtaları çizilmiş ve faydalı olacağına inandığımız bâzı tavsiyelerde de bulunulmuştur.
Bu eserde; anlatılan konuları daha iyi îzah ve ifâde edebilmek için, çok sayıda fotoğrafa da yer verilmiştir. Çünkü bazı hâllerde fotoğrafın dili, kelâmî lisandan daha vurgulayıcı, daha tanıtıcı ve daha öğretici olduğu için, konuyla alâkalı resimlerden de faydalanılmıştır. Bu kitapta; hac ve umre’de kendi çektiğimiz fotoğraflara ilâveten, Haremeyn-i Şerifeyn İdâresi’nin ve Diyânet İşleri Başkanlığı’nın hazırladığı albümlerdeki bâzı resimlere de yer verilmiştir.
İki cilt ve toplam 1128 sayfadan oluşan bu eser 12 bölümden meydana gelmiş olup, her bölümünde İslâm Tarihi’nden kesitler verilmiş, İslâm’ın “Îman ve Dâvet Dönemi” olan Mekke Devri’ndeki bâzı hâdiseler ve bu hâdiselerin geçtiği yerler târihî arka plânıyla îzah edilmiş; böylece bilginin idrâke, idrâkin de aşka dönüşmesi ve hüccâcın adım attığı yerlerdeki hâtırâları yüreğinde duyarak ve bu kutlu beldelerin rûhâniyetini daha bir derinden hissederek ibâdet ve ziyâret yapması için kapılar açılıp, köprüler kurulmuştur.
“Mukaddes Yolculuk Mekke-i Mükerreme” kitabımızın “Birinci Bölümü”nde, Medîne-i Münevvere’nin Mîkat Mahalli olan Zü’l-Huleyfe’de ihrâma girmekle başlayan; Hicret Yolu’ndan Mekke’ye ulaşan, Mescid-i Harâm’a ve Kâbe’ye vuslatla son bulan yolculuk, ziyâret ve ibâdetlerimiz “Umre Günlüğü” çerçevesinde anlatılmıştır.
“İkinci Bölüm”de, “Yürek Devletimizin Başkenti: Mekke-i Mükerreme” diye vasfettiğimiz Kur’ân-ı Kerîm’de “Ümmü’l-kurâ”diye ifâde buyurulan “Şehirlerin Anası”na dâir, sözlü ve yazılı kültürümüzün naklettiği bilgiler aktarılmış, müspet ilmin ışığında ortaya çıkan çeşitli gelişmelere, elde edilen verilere ve bu alandaki yeni tespitlere de yer verilmiştir.
“Üçüncü Bölüm”de; “Mekke-i Mükerreme’nin ve Kâinâtın Kalbi Kâbe-i Muazzama” başlığı altında Kâbe’nin dînî ve târihî geçmişi anlatılmış; Beytullah’ın binâsından Hıcr-ı İsmâil’e, Hacerü’l-Esved’den Mültezem’e, Kâbe Kapısı’ndan Altınoluk’a, Kâbe örtüsü’nden üzerindeki hat yazılarına kadar “Allah’ın Evi”yle ilgili olan her şey detaylı bir şekilde îzah edilmiştir.
“Dördüncü Bölüm”de; “Yeryüzünün En Kutsal Mescidi” olan “Mescid-i Harâm” dînî, tarîhî ve mîmârî yönleriyle ele alınmış, Metaf, Makâm-ı İbrâhim, Zemzem Kuyusu, Revaklar, Safâ, Merve, Mes’a, Dış Avlu ve Hârem-i Şerîf’e âit çeşitli bilgiler ve genişletme çalışmaları mâzî-hâl-istikbâl bütünlüğü içinde anlatılmıştır.
“Beşinci Bölüm”de “Şifrelenmiş bir Âb-ı Hayat” olan “Zemzem”; tarîhî arka plânı, isim ve sıfatları, Zemzem Kuyusu’nun fizîkî yapısı, Zemzem Suyu’nun hikmetleri, fazîletleri, biyokimyasal özellikleri ilmî bir bakış açısıyla kaleme alınmıştır.
“Altıncı Bölüm”de “Mekke’nin Kutsî Mekânları ve Dağları”ndan geniş bir biçimde bahsedilmiş, bu kutsal yerlerin “Gül” kokulu hâtırâları Siyer ve Hayâtü’s-Sahâbe ışığında nakledilmiş ve günümüzdeki hâlleri hakkında da tafsîlatlı bilgiler verilmiştir.
“Yedinci Bölüm”de “Aynı Gözyaşında Akmak” başlığı altında Mescid-i Harâm’da yaşadığımız unutulmaz hâtırâların ve ümmet şuurunun kıyam etmesinin yanında, mübârek ecdâdımız Osmanlı’nın Haremeyn’e yaptığı hizmetlerden bahsedilmiş ve şu an uygulamaya konulan “New Makkah Projesi”ne dâir de bilgiler aktarılmıştır.
“Sekizinci Bölüm”de; “Çok özel bir ibâdet” olan, “Dînin kemâle ermesi ve teslîmiyetin tamamlanması” diye tesmiye olunan ve hayatın dönüm noktasını oluşturan ya da oluşturması gereken “Hac”cın dînî, derûnî ve dünyevî cepheleri hakkında karınca-kararınca yorumlar yapılmıştır.
“Dokuzuncu Bölüm”de “Hac’cın Yapıldığı Mekânlar ve Mukaddes Yerler”in dünü ve bugünü fotoğraflar ve krokiler eşliğinde ele alınmış; Cennetü’l-Muallâ, “Gül Devri”nden kalan mescitler, Mekke çevresindeki târihî mevkîler anlatılmış, Haremeyn-i Şerifeyn Müzesi ve Kâbe Örtü Fabrikası hakkında da geniş bir mâlumât sunulmuştur.
“Onuncu Bölüm”de; günlük şeklinde tuttuğumuz notlar çerçevesinde son yaptığımız Hac’dan izlenimlerimiz nakledilmiş, Tevriye Günü’nden başlayıp Zilhicce’nin 13’üne kadar olan süre “Hac Günlüğü - 2011” başlığıyla yazıya dökülmüştür.
“Onbirinci Bölüm”de; Sevgili Peygamberimiz(s.a.v.)’in nübüvvet sonrası yaptığı tek Hac olan “Vedâ Haccı”, “Allah Resûlü(s.a.v.)’nün İzinde Hac’cetmek” başlığı altında, gün gün anlatılmış ve “Son ‘Gül’ Yağmuru” olan “Vedâ Hutbesi” hakkındaki târîhî bilgilere de yer verilmiştir.
“Onikici Bölüm” ise; hiçbir vedâya benzemeyen ‘O Eşsiz Siyah Lâle”ye “Elvedâ” demenin tedâi ettirdiği duygu ve düşünceler “Gönlümüzü Kutsal Topraklarda Bırakmak” başlığı altında dile getirilmiş, Kâbe’ye ve Mekke’ye vedâ edişimizin ardından yaşadığımız melâl aktarılarak hatm-i kelâm edilmiştir.
Hülâsâ bu eser, Müslüman yürekler için bitmeyen bir hasret ve eksilmeyen bir muhabbet oluşturan Mekke-i Mükerreme’yi; dînî, târihî, coğrafî, mîmârî ve içtimâi yönleriyle tanıtmak, bu mübârek mekânlarda yaşanan olay ve hâtıralardan kesitler sunmak, Haremeyn’in kültür tarihini anlatmak ve “Gül” Medeniyeti’nin aşk ikliminden -ummandan bir katre misâli- örnekler vermek gâyesiyle kaleme alınmıştır. Özetle söyleyecek olursak bu eser, yukarda açıklamaya gayret ettiğimiz “bilmek, bulmak ve olmak” ölçüsünün ilk adımı olan “bilmek” merhalesini ve şartını ikmâl etmek adına yapılan bir çalışmadır. Diğer iki merhaleye gelince; “bulmak” size, “olmak” ise Allah(c.c.)’a ve Resûlullâh(s.a.v.)’a olan muhabbetinize ve Allah Dostları’nın rahle-i tedrisinde “gönül hânenizi mâmûr etmenize” bağlıdır.
Şurası açık bir hakîkattir ki, -bidâyette ifâde etmeye çalıştığımız gibi- bilgiyi idrâke, idrâki de aşka dönüştürerek bu kutlu beldeleri ziyâret edenler; “Bu topraklara Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm ve O’nun Ashâb-ı Güzîn’i mübârek ayaklarını bastı.” diyecek, daha şuurlu, daha müeddep, daha tâzimkâr olacak, baktığı her yerde “Gül Devri”ni tefekkür edecek ve her adımda tekbir, tehlil ve salât ü selâm ile yürüyecektir.
Sevgili Peygamberimiz(s.a.v.)’in “İlmi, yazı ile bağlayınız.”[7] Hadîs-i Şerifi mûcibince, Hac ve Umre ibâdetini yapacak olan insanımıza mütevazı bir katkı sağlamak düşüncesiyle kaleme aldığımız bu eserden; “Mukaddes Yolculuk” için yola çıkan ve çıkacak olan kardeşlerimiz istifâde eder, mukaddes beldelerin mânevî ikliminden daha fazla nasiplenir ve hayra medâr olursa, kendimizi çok bahtiyâr hisseder, Allah(c.c.)’a şükreder ve bu çalışmamızı sadakâ-i câriye olarak kabul buyurması için Yüce Rabbimiz’e duâ ederiz.
Allâhu Azîmü’ş-şân; bütün ibâdetlerimizi ihlâs, takvâ, aşk ve edeb dâiresinde edâ etmeyi cümlemize nasîp eylesin!.. Cenâb-ı Hakk; ibâdetlerimiz âdet, âdetlerimizi ibâdet hâline getirmekten bizleri muhafaza buyursun!.. Allahü Teâlâ; bütün Müslümanların Haclarını mebrûr, Sa’y’larını meşkûr, günâhlarını mağfûr, ibâdetlerini makbûl ve duâlarını kabûl eylesin!.. Âmin!..
“Mukaddes Yolculuk Mekke-i Mükerreme” kitabımızın takdimini, Cem Sultan’ın Hac farîzasını edâ ettikten sonra yazdığı ve duygularımıza tercümân olan şu mısrâlarla tamamlayalım:
“Kâbetullah’a varıp bir kez tavaf eylediğin,
Bin Karaman, bin Acem, bin mülket-i Osman’dır…”
Ve hatm-i kelâmı da Mescid-i Nebevî’nin Rahmet ve Nîsa kapıları’na mübârek ecdâdımız Osmanlının hakkettiği bir duâ ile yapalım:
“Yâ müfettiha’l-ebvâb” (Ey bütün kapıları açan Rabbim!)
“İftâh lenâ hayre’l-bâb” (Bize de en hayırlı kapıyı aç!)
Âmin!.. Âmin!.. Yâ Muîn!..
Dr. Mehmet GÜNEŞ
[1] En’âm, 6/92; Şûrâ, 42/7
[2] Âl-i İmrân, 3/96
[3] Bakara, 2/158
[4] Buhârî, Hac, 4
[5] En’am, 6/92; Şûrâ, 42/7
[6] Sâlih Suruç, Kâinatın Efendisi Peygamberimiz’in Hayatı, I,305
[7] Süyûtî, ed-Dürretü’l-Müntesire, 185 (Taberanî’den naklil)