Tabi işin cılkını çıkarttılar. Bizde biri, yeter ki görmesin, hemen bitişiğindekini, arkadaşını, meslektaşını taklit eder, ona özenir, onun gibi olmaya çalışır, ‘o yaptı, ben neden eksik kalayım, benim kafam kel mi?’ diye düşünür, hiç ihtiyaç olmadığı, gerek duymadığı halde, kerhen de olsa, ‘teşekkür’ yarışına girer.
Mahallesine pankart asar, hem de birkaç tane. Ötekine, berikine, önüne gelene…
“Şu, bu hizmetlerinizden ve ilginizden dolayı teşekkür ederim. Falan-filan mahallenin muhtarı”
Pankartın kaçı kaç kuruş. Maksat ödüllendirmek, teşekkür etmek değil mi? Helali hoş olsun! Yeter ki gönüller hoş olsun!
Burada, Serdar Erdoğanyılmaz dostumun kulağını çınlatıyorum. Tabi ki bizde teşekkür kültürü henüz gelişmedi. Beklenen ve özlenen seviyeye gelmedi. Diyeceksin ki, “Be gazeteci abi, hem teşekkür kültürü oluşmadı, gelişmedi diyorsun, hem de edenleri eleştiriyorsun, bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!”
Bitti mi, peki…
*
Tamam da, samimi olsalar, canımı yesinler. Tabi ki teşekkür etmek bir erdemlilik. İnsanı yüceltir. Kişilerin gururunu okşar. Bu kültür yerleşmeli, günlük hayatın parçası haline gelmedi. Buraya kadar tamam, sıkıntı yok.
Yok da… Cılkını çıkartmasalar. Hiçbir hizmet alamayıp, adam daha semtine bile gelmediği halde, sırf komşu muhtar pankartlı teşekkür astı diye, kıskanarak, özenerek, kerhen de olsa teşekkür pankartı asmalarına gıcık oluyorum ben.
Gelsin, hizmet versin, çalışsın, amenna!
E birader, durup dururken, gelenin keyfi için, nefsini tatmin için, mahalleliye şirin görünmek için, “Valla helal olsun, bizim muhtar ötekinden aşağı kalmadı, o da yaptı yapacağını, mahallemizin şerefini kurtardı” dedirtmek için, söylenenlerin, yapılanların keyfini çıkartmak için pankart astır, hem görevini yerine getirmenin huzurunu ve egosunu tatmin etmenin gönül rahatlığı ile işi şirazeden çıkarttılar.
Teşekküre eyvallah, samimiyete de…