Hz. Peygamberin(s) Mekke’den Medine’ye 622 yılındaki hicreti, İslam Dünyasında milat olarak kabul edilen Hicri takvimin başlangıcı olarak kabul edilir. Çünkü bu olay, özelde o dönemde yaşayan Hz. Peygamber ve ashabı için İslam Daveti adına yeni sayfa, genelde tüm Müslümanlar için İslam dininin güçlenerek yeni kitlelerle buluşma imkânının yeni bir adımı olmuştur.
Hakikattir ki Peygamber Efendimizin Medine’ye hicretinden sonra İslamiyet çok büyük gelişme göstermiştir. İslam’ın teşrifiyle Medine(Yani Şehir) olma şerefine nail olan Yesrib’den yayılan İslam nuru bütün cihanı aydınlatmıştır. Bu sebeple hicret hadisesi İslam tarihinde dönüm noktası olmuştur. Peygamber Efendimizin(s) vefatından sonraki dönemlerdeki Müslümanlar da bu kutlu yolculuğu ölümsüzleştirmek adına bu yolculuğun gerçekleştiği günü takvimlerinin başlangıcı saymak suretiyle adeta hicreti ölümsüzleştirmişlerdir. Bilindiği üzere Hz. Ömer (ra) zamanında toplanan İslam şurası, Hicretin İslam Tarihindeki ehemmiyetine binaen Hz. Ali’nin teklifi üzerine, hicret yılını başlangıç olarak kabul ettiler.
Hicri yılın ilk ayı Muharrem ayıdır. Bu ay, haram aylardan (ki bu aylar, zilkade, zilhicce, recep ve muharremdir.) biri olarak kabul edilir ve bu ayın kutsiyetine dair İslam öncesi Araplar bu ayda birbirleriyle savaşmazlardı.
Hicri takvimin ilk ayı olan muharrem, İslam tarihinde Hz. Hüseyin’in şehadeti gibi önemli izler bırakan tarihi hadiselerin beşiği olması bakımından önemli hususiyetleri vardır. Bu ayın önemli hususiyetlerinden birisi de bu ayda tutulan Âşûrâ Orucu’dur.
‘Âşûrâ’ kelime itibariyle İbranice’den geldiği görüşü de bulunmakla beraber, genellikle Arapça’da “on” sayısını ifade eden “aşr” kelimesiyle alakalıdır. Dini manda ise aşara, Muharrem ayının onun günü ifade eder. Aşura orucu ise, bu ayda tutulması tavsiye edilen oruçtur.
Âsûrânın menşei hakkında kaynaklarda farklı bilgiler mevcuttur. Bu görüşleri iki noktada toplamak mümkündür.
1. Âşûrâ, Hz. Mûsâ ve kavminin, Firavun'un zulmünden kurtulduğu ve Yahudilerin bu günün azametine binaen oruç tutmakla mükellef olduğu bir gündür.
Sahih kaynaklarda yer alan bir rivayete göre Hz. Peygamber(s) Medine’ye ilk geldiğinde Yahudilerin muharremin onuncu günü oruç tuttuklarını gördü ve sordu: “Bu nedir?” “Bu Salih(yani mübarek) bir gündür. Çünkü o günde yüce Allah İsrailoğullarını düşmanlarının zulmünden kurtarmıştır da musa o günde oruç tutmuştur. Bunun üzeri Allah Resulü(s): “Ben Musa’ya sizden daha yakınım.” Diyerek bu günde oruç tutmaya başlamış ve ashabına bu günde oruç tutmayı tavsiye etmiştir.(Buhari, savm, 69; Müsned, II, 359,360)
2. Aşûra, Hz. Nuh'tan itibaren bütün Sâmî dinlerde mevcut olan ve Câhiliye devri Araplar'ı arasında da Hz. İbrahim'den beri önemli görülüp oruç tutulan bir gündür. Bu görüş, Hz. Aişe ile Abdullah b. Ömer'in rivayetlerine dayanır. Söz konusu rivayette Hz. Aişe şöyle buyurdu: “Âşûrâ Kureyş'in Câhiliye devrinde oruç tuttuğu bir gündü. Allah Resulü da buna riayet ediyordu. Medine'ye hicret edince bu orucu devam ettirdi ve ashabına da tavsiye etti. Fakat ramazan orucu farz kılınınca kendisi âşûrâ gününde oruç tutmayı bıraktı, bundan sonra müslümanlardan dileyen bu günde oruç tuttu, dileyen tutmadı." (Buhârî, "Şavm", 69; Müsned, VI, 29-301.
Peygamberimiz, bu günle alakalı olarak İsrail oğullarının Firavun’un zulmünden aşura gününde kurtulduğu, yine Hz. Nuh’un gemisinin Cudi dağına bu günde oturduğunu yalanlamamıştır. Ancak değişik eserlerde, Hz.Adem’i tevbesinin bugünde kabul edildiği, Hz. Yunus’un balığın karnından bugün çıkarıldığı, Hz. Süleyman'a mülkün verildiği, Hz. Davud'un tövbesinin kabul edildiği, Hz. Peygamberin geçmiş ve gelecek bütün günahlarının affedileceğine dair kendisine Allah tarafından teminat verildiği ve Mekke'den Medineye bugün hicret ettiği, Hz. Musa ve İsa’nın bu günde doğduğuyla alakalı rivayetler sağlam delillere dayanmamaktadır.
Rivayetlerde geçtiği üzere Hz. Peygamber(s) Yahudilere: “Ben Musa’ya sizden daha yakınım.” buyurarak âşûrâ’nın İslam’da da anlamlı bir gün olduğunu belirtmekle birlikte uygulama bakımından onlardan ayrılmak ve onlara benzememek amacıyla âşura orucunu muharremin sadece onuncu gününde değil; 9,10 veya 10,11. günlerinde oruç tutmalarını ashabına tavsiye etmiştir. Nitekim İbn Abbas’tan nakledilen rivayete göre Allah Resulü: “Gelecek seneye kadar yaşarsam muharremin dokuzuncu gününü de oruç tutarım.”(Müslim, Sıyâm, 134) buyurmuştur. Bu rivayetten yola çıkarak Hanefi ve Malikiler, muharremin 9. günüyle birlikte 10. günü ya da 10. günüyle birlikte 11. Günü oruç tutmayı sünnet kabul etmişlerdir. Ayrıca Hanefiler, muharrem’in sadece 10. Günü oruç tutmayı ise mekruh kabul ederler.
Âşûrâda oruç tutmanın fazileti konusunda sahih hadisler mevcuttur. Ramazan orucunun farz kılınmanda önce Allah Resulü’nün aşura gününde oruç tuttuğu ve ashabına bunu tavsiye ettiği; ancak Ramazan orucu farz kılındıktan sonra ashabını bu konuda muhayyer bıraktığı, sahih kaynaklarda geçen rivayetlerce desteklenmektedir. Buna karşılık ise, aşura gününe özel olarak yıkanmak, gözlere sürme çekmek, süslenmek, kına yakmak, bayramlaşmak, aşure pişirmek, sadaka vermek, mescitleri ziyaret etmek, kurban kesmek gibi fiiller hakkında sahih bir rivayet kaynaklarımızca mevcut değildir. Elbetteki yukarıda saydığımız fiilleri yapmanın dinen bir sakıncası yoktur. Özellikle halkımızın ehemmiyetle üzerinde durduğu aşura dağıtma hususu halkımız arasında misafirperverlik duygularının canlanmasında önemli bir yeri vardır. Ancak bu geleneği dinin bir gereği imiş gibi düşünmek oldukça yanlıştır.
Âşûrâ'nın dini ve kültürel yönünün yanında, İslâm tarihinde siyasî bir yönü de vardır. Bu gün âlemlerin efendisi Hz. Peygamberin: “Cennet gençlerinin efendisleri” diye övgüyle bahsettiği torunlarından Hz. Hüseyin'in Kerbelâ'da şehid edildiği gündür. Emevi sultanı Yezid’in kendisine biat etmeyen Hz. Hüseyin, ailesini ve beraberlerindeki 70 kişilik bir grubu Kufe’de, günlerce aç ve susuz bıraktıktan sonra kadın, çocuk, yaşlı ayırımı yapmadan canice katlettikleri günün yıl dönümüdür aşura. İslam tarihi sayfalarına kara bir leke olarak kalacak olan bu günün acısı, ister Sünni olsun ister alevi, herkesin yüreğinde kor gibi yanmaktadır. Yanı başlarında gürül gürül akan Fırat suyunun serinliğinden mahrum bırakılan kadın ve çocukların acısı, bugün, Kabe’nin rabbine inanan her Müslümanın gözünde yaş olup akmaktadır. Kerbela tüm Müslümanların ibretle sahip çıktıkları mirastır. Bu sebeple vakit, geçmiş ortak acıları, intikam ateşiyle körükleyip düşmanlıkları büyütmek vakti değildir. Özellikle son dönemlerde İslam topraklarında yeni Kerbelalar üretmek üzere pusuya yatmış hıyanet erbabının tuzaklarına aldanma vakti de değildir. Geçmişin hatalarından ders çıkarma, ümmetin maslahatı için duygulardan ödün verme, tutulan aşura oruçlarını aynı sofra etrafında sevince dönüştürme, dini anlayışı ne olursa olsun din kardeşini Allah için sevme vaktidir.
Yunus bu meramımızı ne güzel özetliyor:
Gelin tanış olalım işi kolay kılalım
Sevelim sevilelim bu dünya kimseye kalmaz.
Mehmet Seri DOĞRU
İl Vaizi