(Kütüphâne Haftası dolayısıyla, ömründe kitaba dokunmamış, kitabı sevmemiş ve kitaba bigâne olanlara sitemnâmedir nâçiz yazımız)
Hz. Ebubekir r.a. ile başlar kitabın itibarı. “Kitaplar, akıllı insanların bahçeleridir” buyuruyor.
Okumayan düşünemez. Kitapların yakıldığı Vandal bir devlet ve toplum yapısının hâkim olduğu bir sistemde insanlar da yakılabilir. Söyleyen bir ecnebi de olsa şu söz hakikatlidir: “Bir bahçen ve bir kitabın varsa hiçbir eksiğin yok.”
Doğu ve Batı toplumlarında yerleşik hayata geçildiği ilk yüzyıllarda bile kitap ve hikmet sahibi insanlar itibarlıydılar. Semerkand’ tan Buhara’ya, Bağdat’taki Beytül Hikme’den, Osmanlı-İslâm medeniyetine kadar, okuyan ve kitap yazan zümrelere toplum ve devlet katında gösterilen perestiş çağları aşarak bugüne gelmiştir.
İbni Haldun’un Mukaddimesi’nde belirtildiği gibi, bin yıl önce bile milletlerin, büyük devletlerin medenî olma hususiyetlerinin ortaya çıkmasında okuma ve kitap sayısının yaygınlığı önemli sebepler arasındadır.
“KİTAP, İNSANLA LİSANSIZ KONUŞUR VE CEVAP DA İSTEMEZ”
Osmanlı’nın 17. Asrında önemli kitap âlimi Kâtip Çelebi müfrit bir kitap kurdu ve okuyucusuydu. Memuriyeti dolayısıyla seferlere de katılan Çelebi, gittiği yerlerde sahaflara uğrayarak çok kitap aldığını anlatır. O, kendisine düşen mirasın tamamını kitaba veren ve o tarihte bulunmasından ümit kesilen önemli ilim kitaplarının kendisinde olduğunu belirten bir kitap kurduydu. Kendisini dinleyelim:
“Bazen bir kitabı gözden geçirme arzusu içime düştüğü zaman güneşin batmasından doğması vaktine kadar mum ışığı altında çalışır, dururdum. Bundan dolayı hiç bıkkınlık ve usanç duymazdım.”
Çelebi üstad, kitapla dostluğunu taşlara kazınacak şu veciz sözle anlatıyor: “Kendisiyle konuşup sohbet edilecek, kitaptan daha iyi bir dost yoktur. Çünkü kitap insanla lisansız konuşur ve cevap da istemez.”
“KİTAPLARIN RÜYASI AHAD İKLİMİNDE GÖRÜLÜRMÜŞ”
Kitaplara başını eğmiş, kendini kitaplara adamış, “Bütün kitapları bir Kitab’ı okumak” için okuyan Mehmet Önal’ın kitaba gösterdiği ta’zim derûna işleyicidir: “Kitapların rüyâsı Ahad İklimi’nde (Allah’ın birliği, tekliği ve Kur’ân’ın yürürlükte olduğu bir zaman) görülürmüş. Kitapların mayası, kelâmın mukaddes tutulduğu demlerde atılmış. Tekevvün (oluş) kitabın rüyâsı. Onun kitabını oku. Diğer kitapları, ona göre oku! Kendinde, o kitaptan bir sayfa bul. Diğer kitaplar, bunların gölgesi. Bir elimde güneş, bir elimde ay... Bütün kitapların birleştiği kitap. Bu vücûdun sâhibi, tasarruf etmeden bize, kim okur gönül kitabını? Son kitap: Et, kemik ve biraz da kan. Okumak: Tahkiki arayan kocaman bir zan. Bism-i sübhâne... kendi kitabını oku.”
Bütün kitapların rüyası ve tasavvurunun “Ahad ikliminde görülmesi”, yukarıdaki söyleyiş itibariyle Allah c.c.’ın birliği ve tekliği mânasının yanında Kur’ân’ın yürürlükte olduğu zaman mânasına gelir ki, kitap tiryakiliğimi ve sıradan da olsa okumak ameliyemi en soylu amellerden biri olarak tescil eden bu satırlar başucumdan hiç kalkmayan kitap notlarımın arasında durur ve canım sıkıldı mı okurum.
Kitap dostluğunu, modernizmin içini çürüttüğü, samimiyetini kaybettirdiği insanlardan daha ziyade bir dost olarak gören Enis Batur’un “Kitap insanlardan daha sahici cevaplar verir” demesindeki maksat ne olabilir?:
“Kendimi kütüphanede güvencede hissediyorum, kitaplar benim dostum, arkadaşım, onlar sahici insanlardan daha sahici cevaplar barındırıyorlar. Bütün kitapları kendisinde barındıran ‘Sonsuz Kitap Kavramı’ üzerine düşünüyorum.”
KİTAPLARLA YÜRÜYORUM GÜNDÜZ GECE
Kitap ve okumanın ustalarının izinden giderek ne dediklerini paylaşmak istedim. Bilgeliğin ve umranın yolu kitaplarla bulunur diyerek yürüyorum gündüz gece. İnsan hayatında katledilemeyen veya en az müdahale edilebilen sahanın kitaplar olduğuna inanarak ömrümü kitapların arasında tamamlamaya niyet ettim yürekten.
Kitaplar muazzez medeniyetimizin anlam bilgisini öğrenmek içindir. Kitaplar bütün güzelliklere ve doğru olana götüren düşüncelerin, duyguların kapısını açmaya vesile olan birer anahtardır. Bütün dillerin ve hayatların mâna dünyasını düşünceme taşıyan bir Hüdhüd Kuşu’dur kitaplar.
Kılavuzum ve dert ortağımdır; hiçbir zaman ayrı düşmedim kitaplardan. Beşeriyetimizin ham tarafından kurtulup âdemiyetimize ulaşmanın yolunu gösteren, dinimizin çağrısına ters düşmeyen bütün kitapların edebî seslerinde saadet bulabileceğime inandım.
Âmâ üstadım Cemil Meriç’in cerbezeli diliyle, “Kitap bir limandır benim için. Ve kitaptaki insanları bazen sokaktakilerden daha çok sevdim. İçindeki ses, içindeki ışık, içindeki sevgi, içindeki ruh, içindeki çile, içindeki gözyaşı, içindeki tecrübe çekiyor beni.”
“BİZLER Kİ, BAŞLARI AYNI KİTAPLARA EĞİLMİŞ KİMSELERİZ”
Her insan dünyaya bir vazife için gelir. Kitap ve okumak, ömür defterime düşülmüş bir alınyazısıdır. Yazgımın kitaplara yazıldığına inanıyorum, yâni dost kitapların. Kitabı geçici bir menfaat vasıtası olarak görenleri ve kitaba samimi bir dost muamelesi yapmayanları telin ettim hep. Kitap, bir zihin jimnastiği ve marazî okuma metinleri değildir. Dünya imtihanını kolay atlatmanın bir vasıtası saydım.
Fikrî ve edebî meclislere katılmadan önce dili iyi kitaplardan bir miktar okuyup öyle çıkarım evimden. Şekeri yükselmiş bir hasta nasıl insülin vurulursa damarından; dilimin ve yüreğimin gücünün azaldığını hissettiğim an bir köşede oturup, yanımda hazır olan dili iyi bir kitaptan beş-on sayfa okuyuveririm. Hayattan muradımı şu söz anlatıyor: “Tanrım, bana kitap dolu bir ev ver.”
Mukaddeslerimizden bir cümle de olsa kelâm-ı bediî hâline getiren bütün kitaplar insanı digergam kılar, millet aidiyetini güçlendirir, ortaklığımızı artırır. “Bizler ki, başları aynı kitaplara eğilmiş kimseleriz. Bizden yakın akraba mı olur?”
Arif Nihat Asya söylemiş kitap dâvamızın mihver sözünü: “Bizde ayrı sayılmaz bir kitap bir mihraptan / ki uğuldar kubbemiz ‘Oku! diyen hitap.”
----------------------------------------------
İLÂVE YAZI:
ŞAİR VE HİKÂYECİ HASAN EJDERHA’DAN BİR ROMAN: “KAYIK TEPE OPERASYONU”
“Kayık Tepe Operasyonu” romanı, (Sage Yayıncılık, Ankara, 2014) şair ve hikâyeci Hasan Ejderha’nın yayınladığı dördüncü kitabıdır. Önceki kitapları yayınlandığı tarih sırasıyla şunlardır: “Seni Yaşamadan Olmaz (şiir), “Marallar Oymağında Bir Ceylanla Oturup Ağlamak” (Şiir), “Maraş’ın Cezbeli Gülleri” (Biyografik Hikâye). Yakında bir kitabı daha yayınlanacak: “İçimdeki Hırçın Çocuk” (Gençlik romanı).
Adı geçen roman, 5 Nisan 2014 cumartesi günü “Gülhan Kafe Kültür Merkez’inde yazarının “İmza Günü” nde okuyucularının huzuruna çıkıyor.
“Kayık Tepe Operasyonu”: “Güneydoğu’daki târifsiz acıların” romanı. Acıların başında Anadolu’da her evin direği ve yüreği olan merhametli Koca Ana var. Kara Celâl’in anası ve herkesin Koca Ana’sı… Anadolu köyünde yürekli ve dürüst insan olan Kara Celâl’in kan dâvasına kurban oluşunun ve oğlu Halil İbrahim’in büyüyüp Güneydoğu sınırında Kayıp Tepe Operasyonuna katılan asker oluşunun ve asker arkadaşı Maraşlı Sadık Çavuş’la dostluğunun meşakkatli, riskli, acıklı fakat bütünüyle gerçeklerden hareket edilerek yazılmış hikâyesi anlatılıyor. Romana isim olan Kayıp Tepe, Türkiye-Irak sınırında Pkk’lı teröristlerin en çok sızdığı stratejik ve coğrafyası bakımından son derece sarp, karışık ve riskli bir mıntıkadır.
Güzel ve akıcı Türkçe ve Anadolu insanın derunundan sâdır olan tasvirler, ifadeler, düşünüşler güzel ve akıcı Türkçe ile verilen romanda Sadık Çavuş’un eşi ve küçücük çocuğu Mefkûre’nin babasını hasretle bekleyişini, eşinin edebli Müslümanca duyugularla yazdığı mektupları, Sadık Çavuş’un eşine yazdığı gözyaşartıcı, gurbet hüzünlerini ve vatan aşkıyla dolu duygularını kalbiniz çarparak okuyacaksınız. Tadımlık bir pasaj:
“Yarıcılar köyünde, üç günden beri bir daha hiç dinmeyecekmiş gibi yağan karın, penceresinin önüne kadar yükseldiği evlerden birinde; ‘Ana!’ Ayakucunda yatan anası kalkıp yetişti: ‘Söyle Halil İbrahim’im!’ Çocuk, eliyle yoklayıp, anasını bulduktan sonra: ‘Anaa! Ana!’ ‘N’oldu Bebem? Söyle anana?’ Çapaktan açamadığı gözlerini anasına doğru tutarak: ‘Ana! Gözümü yak!’ Anası bir kibrit çakarak gözüne tuttu çocuğun. Kibritin ışığını görür görmez, tekrar yattı çucuk. Henüz uçamayan ve su basmakta olan bir yere düşen kuş yavrusunun, yavaş yavaş gömülmesi gibi uyudu…”
Romanın ilk kahramanlarından Kara Celâl, âşina olduğumuz bir köy yiğidi. Kan dâvası gütmeyen fakat gadre uğrayan bir tip. Onun bir ânını anlatan güzel ve yerli tasvirlerden birkaç satır:
“Kara Celâl’in, büyük bir kesme çalısının içine sığındığı o gün de, böyle bir kış yaşanıyordu. Az öteden çalının içine getirdiği, saksı büyüklüğündeki odun kütüğünün üstüne oturdu. Mavzerini kucağına alıp, parkanın kapüşonunu sıkıca başına çekti; cebinden çıkardığı büyükçe bir muşambayı, parkanın üzerinden örtüntündükten sonra, kesme çalısının bedenine yaslanarak rahat bir nefes aldı. (…) Uzun zamandır görmediği kadar kar yağmış, ormanı hareket edilmez hâle getirmişti. Üstelik de en son kalan ekmek parçasını yiyeli günler olmuştu (…) Kara Celâl uyumaktaydı kesme çalısının içinde Kar yağıyordu hâlâ; çalının üzerini tamamen kapatmış. Kara Celâl’in içinde uyuduğu çalı, bembeyaz, kocaman bir ak topak…”
Maraşlı Sadık Çavuş, Güneydoğu sınırında PKK teröristlerinekarşı düzenlenen operasyonların için vatansever bir asker ve romanın sonunda memleketine dönmeye az bir zamanda şehit olur. Roman, giriş belirtiği gibi “Maraşlı Şehit Mehmet Abacı ve Şehit Celâl Ak’ın aziz hâtırasına” ithaf edilmiş. Onun en bariz karakteri opresyonlarda ve köy kontrollerinde vicdanlı ve Müslümanca davranan bit asker olması bu ülkenin en güzel asker tipi olarak karşımıza çıkar. Köylerde terörist takibinde dahi herkese ve başta bölgenin Kürt insanına aynı vicdanla ve ölçüleriyle davranan Sadık Çavuş tipi romanda gönüllerde yer eden güzel bir asker tipidir. Köy takiplerinde vatandaşların ağacını yakan, yaşlı ninenin kekliğini zorla alan askere müdahale eden ve insanların gönlünü yaparak vazifesini ifa eden biridir Sadık Çavuş.
Romanda olaylar ve şahıslar biribirinin cüzü olarak parça parça anlatılarak gelişiyor. Romanın başkahramanı Sadık Çavuş’un memleketi Maraş ve köyündeki hâtılaraları sık sık göz önüne gelişi güzel ve duygulu tasvirlerle anlatılıyor. Nihayetine Kara Celâl’in oğlu Halil İbrahim köyündeki kan dâvalıların el koyduğu arazi meselesi de tim komutanlarına anlatılır ki, Halil İbrahim’in de yine Hak ve adâletten yana olan Tim komutanının sâyesinde hahkının teslim edileceği işaretleri de romanda verilmiş olur.
Roman, hayli zengin kelimelerle tabiat ve insan tasvirleriyle dolu ki, vakâ kadar bu anlatım tarzı romanı daha da çekici kılıyor. Dağ, taş, mağara, yol, köy, otlak, ağaç, kar, toz, toprak, kayalar, sarp geçitler, topraktaki hiç farkına varmadığımız nebatat, hayvanat canlı bir resim gibi güzel Türkçeyle tasvir ediliyor. Romanın vaka ve tipler kadar, hattâ daha başarılı yönü budur diyebiliriz.
Romanın sonunda Sadık Çavuş’un cenazesi Maraş şehrine gelir. Şehidin çocuğu cenazeyi getiren askerlere babasını sorar. Asteğmen çocuğu salıncak kurmakla avuturlar. Çocuk: “Babam gelince kuracak salıncağı” der. Asteğmen: “Beni gönderdi kurmam için. ‘Oğluma salıncak kur’ dedi bana.”
Hâsılı, romanı aslından okumak gerek.
-----------------------------------
KÜLTÜR VE MEDENİYET TOPLULUĞU’NDAN, “KÜTÜPHÂNE HAFTASI / SÖYLEŞİ: YAZAR OKUR BULUŞMASI”
KSÜ Kültür ve Medeniyet Öğrenci Topluluğu Yönetimi (H. Ahmet Eralp, Mehmet Can Tezekici, Yasin Keskin ve arkadaşları) ile Türkiye Yazarlar Birliği K. Maraş Şubesi Başkanı KSÜ Öğrt. Gör. İsmail Göktürk’ün ve KSÜ’nün Kültür Programları Sorumlularından Uzm. Mehmet Yaşar’ın birlikte düzenlediği “Kütüphâne Haftası / Söyleşi: Yazar Okur Buluşması” programında, “Öğle Namazına Nasıl Kalkılır”, “Yılgın Türkler” gibi kitapların sahibi yazar Bülent Akyürek’le söyleşi gerçekleştirildi. KSÜ Öğrt. Üyesi Yrd. Doç. Dr. Fethi Yanardağ, yazara, Kütüphâne Haftası hâtırasına plaket takdim etti.