İnsanlar, tarih boyunca kendisini ve çevresini incelemek ve yaratılışlarındaki incelikleri/hikmetlerinin yanı sıra kendisi için faydalı-zararlı olma özelliklerini de incelemeyi ihmal etmemişlerdir. İşte bu inceleme çalışmaları neticesinde öğrenmiş olduklarını da çevresindeki arkadaşları/dostları ve diğer insanlarla sohbet meclislerinde dinleyenlerle ve/veya yazılı olarak okuyucularıyla paylaşmayı yeğler ki öldüğünde, o öğrendikleri kendisi ile toprak olmasın diye. İşte kardeşiniz/arkadaşınız olarak biz de çeşitli kaynaklardan öğrenmiş olduğumuz ve faydasına inandığımız konuları sizin gibi güzel insanlarla paylaşmak istiyorum. Bu yazımda, henüz yeni öğrenmiş olduğum bir konuyu beğeninize sunmak istiyorum.
Hadis ve siyer kitapları ile her ortamda bizleri aydınlatan hocalarımızdan Peygamberimiz’in (s.a.v), “Ben, iki kurbanlığın oğluyum” dediğinin rivayet edildiğini öğreniyoruz. Ne imiş bu iki kurbanlık hususu? Diye merak edip hafızamızı yoklayınca; birinin zaten hepimizin de atası olan Hz. İbrahim’in(a.s.), oğlu Hz. İsmail’i(a.s.), Allah’a(c.c) verdiği sözü yerine getirmek için kurban etmek isteyince Allah Teala’nın melek aracılığı ile kurban olarak koyun göndermesi ve Hz. İsmail’in(a.s.) kesilmekten kurtulması hadisesidir. İkincisi de Peygamberimiz’in(s.a.v.) dedesi Abdulmuttalip’in, kapanmış olan zemzem kuyusunu rüyasında verilen emir dolayısıyla açması sırasında yaşanan bir olaydan kaynaklandığını öğreniyoruz. Şöyleki:
Abdulmuttalip, halkı içinde sevip sayılan, sözü dinlenilen, hali vakti yerinde ve ihtiyacı olan halkının ihtiyaçlarını karşılayan/doyuran, hattâ dağ ve çöldeki hayvanlar ile kuşları da doyuran bir asil insandı. Ayrıca hac mevsiminde ve umre için Mekke’ye gelen hacılara ve diğer misafirlere yeme-içme gibi her türlü yardımları da yapıyordu. İşte böyle itibarlı ve soyundan peygamber gelecek bir insan olan Abdulmuttalip, üst üste dört defa rüya görmüş ve kendisine ilk rüyasında “Taybe’yi kaz” denilmişti. Rüyasındaki kişiye “Taybe nedir?” diye sorunca bir şey demeden kaybolup gitmiş ve rüyası sona ermişti. İkincisinde Berre’yi, üçüncüsünde de “Madnune’yi kaz” deyip kaybolmuştu söyleyen kişi. Dördüncüde ise “Zemzem’i kaz” denilince, Abdulmuttalip’in “Zemzem nedir?” Sorusu üzerine, Kabe’nin yakınında ve kesilen kurbanların kanının aktığı, pisliklerinin de atıldığı yerde bir kuşun gagalayacağı karınca yuvasının olduğu yeri kazmasını ve orada (kesilmeyen, dibine erişilmeyen anlamına gelen) Zemzem kuyusu olduğu ve halkın da bütün hacıların da içmelerine yetecek kadar bol suyunun olacağı ve orayı kazması söylendi. İşte bu son rüyanın üzerine tek olan oğlu Hâris’i alıp kazma ve kürekle rüyada denilen yeri kazmaya başlayınca Kureyşliler, Naile ve İsaf adlı putların arasındaki bu yeri kazmasına itiraz ettiler. Abdulmuttalip’in, “Bana Allah emretti” dediyse de tartışma çıktı ama oğluna “Benim arkamı koru” deyip kazmaya devam etti. Tartışmalar arasında kazma işlemi devam ederken kuyunun taş duvarı ortaya çıkınca Abdulmuttalip tekbir getirdi ve “Atam İsmail’in(a.s.) kuyusu bu” dedi. Bunun üzerine Kureyşliler, “Ey Muttalip, o kuyu bizim de babamız-atamız olan İsmail’in(a.s.) kuyusudur, bizi de ortak yapman gerekir” dedilerse de “Allah(c.c.) bana sizsiz emretti” diyerek bu teklifi kabul etmedi. Tartışırlarken Kureyşilerden birisi “Bize nasıl karşı geliyorsun, kavminde tek oğlundan başka güvenecek kimin var ki?” deyince, bu söz üzerine Abdulmuttalip içi yanarak “Vallahi, Allah(c.c.) bana on oğul verir ve onlar, beni koruyacak çağa gelirlerse, onlardan birini Kabe’nin yanında kurban edeceğim” dedi. Kazmaya devam etti.
Anlaşmazlığın sürmesi üzerine hakeme gitme kararında anlaştılar. Hüzeym oğullarından bir kâhine gidilirken çölün ortasında suları bitti ve susuz kalıp da su ararlarkenken Abdulmuttalip’in devesinin ayağının altından su çıkması ile kafiledekiler, “Madem burada bizler dururken sadece senin yanında su bulunduğuna göre, tamam su kuyusu da senin hakkın dediler” ve kâhine gitmekten vaz geçip Mekke’ye geri döndüler. Kuyunun kazılmasına devam ederken; su bulunmuş ve gittikçe deçoğalıyordu. Kazı sırasında Mekke’den kovulmadan önce Cürhümiler’in gömmüş olduğu altından iki ceylan heykeli, kılıçlar ve zırhlı gömlekler de bulundu. Bulunan eşyalara da Kureyşliler ortak olmak isteyince, Kâbe’nin de bir hissesi olacak şekilde aralarında kur’a çekildi ve eşyalar Kâbe ve Abdulmuttalip’e çıktı. Heykeller hürmeten Kâbe’nin kapısına asılmış idi ama bir gece onları gizlice alıp satarak parasına içki almışlardı. Geri kalan eşyalar değerlendirilerek Kâbe’ye harcandı.
Kureyşilerden bazıları yapılan Zemzem havuzundaki suyu hem amacı dışında kullanmaya hem de havuzun bazı yerlerini bozmaya başlayınca tedbir olarak Abdulmuttalip, yine gördüğü rüya üzerine “Ey Allah’ım(c.c.), ben bu kuyuda yıkanana helal etmiyorum ama içenlere ve el yüz yıkayana helal ediyorum.”diye herkese seslendi. Aykırı davrananlarda bir tür hastalık peydah oldu ve zemzem havuzuna musallat olmaktan vazgeçtiler.
Zamanla Abdulmuttalip’in on oğlu olmuş ve kendisini koruyacak çağa gelince yine bir rüyasında “adağını yerine getir ve kurban kes” denildi. Hemen koyun kurban edildi. Sonra tekrar rüyasında “kurbanı büyüt” denilince sığır kesti. Son defa rüyasında “daha da büyüt” denildi ve söz verdiği için oğullarından birisini kurban etmesi hatırlatıldı. Bunun üzerine evlatlarına durumu açıkladı ve rızaları ile Kâbe’de fal okları ile çekilen kur’ada kurban edilecek oğul olarak Peygamberimizin babası Hz.Abdullah’ın adı çıktı. Yanına bıçak alarak oğlunu boğazlamak üzere kesim yerine giderken kızları,diğer oğulları ve olayı duyarak toplanan akrabaları ve diğer Kureyşliler, oğlunu kurban etme işinden vaz geçirmek istediler. Yapılan görüşmelerde; Abdulmuttalip’e: Fidyesi malları ile ödenecekse malları ile ödeyebileceklerini ve böylelikle oğlunun kurtulacağını, ayrıca böyle bir uygulamanın kabilede adet haline gelip herkesin oğlunu buraya getirip kurban etmek için boğazlaması halinde buna kimsenin mani olamayacağından endişe ettiklerini, Medine’de yaşayan bir kâhin kadın olduğunu ve ona danışılması gerektiğini, onun da Abdullah’ı kurban olarak kurban et demesi halinde ancak o zaman Abdullah’ı boğazlamasını, başka bir çıkış yolu tavsiye ederse de ona uymasının daha doğru olacağını söylediler ve ikna olan Abdulmuttalip oğlunu da alarak Medine’ye gitti. Kâhin kadın kendisine, bir insan bedeli olan on deve ile Abdullah için Kâbe’de fal oku çekmesini ve kur’ada deve çıkarsa develeri kurban ederek oğlunun bağışlanacağını, Abdullah çıkarsa kurbanlık deve sayısını iki katına çıkarmasını ve develerin çıkmasına kadarki çekilen kur’alarda deve sayısını artırmasını söyledi. Kâbe’de çekilen kur’ada ancak onuncu çekilişte develerin adı çıktı ve yüz deve kurban edilerek halka dağıtıldı. Böylelikle hem Abdulmuttalip’in Allah’a(c.c.) vermiş olduğu oğlunu kurban etme adağı yerine getirilmiş hem de sevgili evladı ve Peygamber Efendimiz’in(s.a.v.) babası kurban edilmekten kurtulmuş oldu.
İşte yazının girişinde de ifade ettiğim gibi Peygamberimiz’in(s.a.v) “Ben, iki kurbanlığın oğluyum” buyurması, bu anlamlı ve anlamlı olduğu kadar duygu yüklü olaydan kaynaklanıyormuş. Böyle bir Peygamber’in(s.a.v) ümmeti olma şerefini bizlere bahşettiği için, rahmetenlil alemim olan yüce Allah’a(c.c.) ne kadar hemd etsek azdır. Sevgili Peygamberimiz’e(s.a.v.), ehli beytine, ashabına ve yolundan gidenlere selam olsun. Cümlemizi, Allah(c.c.) şefaatinden mahrum eylemesin.
Mustafa ZİNCİRKIRAN