Fikir Dükkânı’ndan Notlar

Ey azizan! Başımdan geçen bazı tuhaf vak’aları ve gönlümü mes’ut eden bir iki hâtıramı anlatmama müsaade edin.Epey zamandır muarızlarımın ve paralelcilerin komploları, medya yoluyla yaptıkları târizler, şahsıma yapılan...

Ey azizan! Başımdan geçen bazı tuhaf vak’aları ve gönlümü mes’ut eden bir iki hâtıramı anlatmama müsaade edin.

Epey zamandır muarızlarımın ve paralelcilerin komploları, medya yoluyla yaptıkları târizler, şahsıma yapılan iftira ve aleyhler kesilmişti. Fakat dost işi mi, muarız işi mi olduğunu anlayamadığım psikolojik yıpratma mizansenleri yine kurulmaya başlandı. Şaşırmamak elde değil. Bu kez gönül ve fikir dostlarımı kullanmaya başladılar.

Geçenlerde gönül dostlarımdan Murat Yücel, bir yakınıma ait “Market-Büfe” ye akşamüstü gelip, orada bulunan mahdumum Alparslan’a “Burada fikir var mı?” diyerek kinayeli bir şekilde zarf atmış. Bendenizi bulacağını hesap ederek gelmiş fakat o akşam mesaim yoktu. “Burada fikir var mı?” sözüyle bendenizi kastederek, ülkemizin fikrî meselelerinden sarf-ı nazar ettiğimi, esnaflıkta karar kıldığımı ima etmiş oluyor.

Bu dostumun sözleri meşhur muarızlarımdan Ömay’ın psikolojik harp taktiklerine benziyor. Acaba muarızım Ömay paralelciler eliyle dostum Murat Yücel’i aleyhime kışkırtmış olabilir mi? Tabiî ki kendini Müslümanların hâdimi âl-i Osman Türklüğüne adamış biri olduğu için şüphelenmedim. Fakat bu tuhaf provokasyonu not aldım, araştırıyorum. Ola ki tehlikeli muarızım Hunu tekrar meydana çıkmış ve bu işleri paralelcilerin desteğiyle tezgahlamış olabilir. Tedbirli olmakta fayda var.

Çünkü hakkımda, “Memleketin fikir adamı olan filan kişi fikir işlerini bırakıp evini satarak bir Avm açmış…” şeklinde iftira ve aleyhler dolaşıyor ki dostlarım sorup duruyorlar. Öyle ki muhterem insan Savaş hocam gibi birini dahi inandırmışlar. Karşılaştığımda, “Avm açtığınızı, hattâ soyadınızı ‘Avmoğulları’ olarak değiştirmek istediğinizi duydum…”  diye sorunca, “fesuphanallah” diyerek, böyle bir şeyin olmadığını, muarızlarım ve paralelcilerin yeni oyunlarıdır lüften dikkat ediniz…” dedim. Çünkü bir-iki gün geçmeden bir başka provokasyon tâ Yozgat’tan patlak verdi.

Gecenin ikinci yarısı, telefonum acı acı çalıyor. Arayan kişi Yozgat’ta vazife yapan gönül dostlarımdan öğrt. üyesi Cüneyt Cesur’du. “Yanımda iki adamınız var: Mehmet Yaşar ve H. Ahmet Eralp. Bunlar ‘Sizin, Enver Çapar’ı dolandırıp Avm açtığınızı, ticarete başladığınızı…’ anlatıyorlar. İnanmadım ağabey, bu mesele neyin nesi diye aradım…” deyince dehşete düştüm. Paralelcilerin desteğini alan muarızlarımın bu kadar derin çalıştığını, en yakın dostlarımı bile asılsız bilgilerle kandıracaklarını hiç düşünmemiştim.

Mehmet Yaşar ve H. Ahmet Eralp ki fakirin en sağlam dostlarındandır ve fikirli dostlarımın en şahbazı İsmail Göktürk’ün şâkirdleridir. Böyle bir oyuna nasıl gelmişler, hayret ettim. Türkçe muallimi ve Dirilişçi dostum Enver Çapar gibi bir dildaşımın adını âlet etmişler bu iftiraya. Mesele bu safhaya gelince bu işin içinde paralelcilerin desteğini alan muarızlarımın olduğu kanaati iyice arttı.

Bu mevzuda bir açıklama yapmam gerekiyor. Kitap ve fikir dostum güzel insan Bekir Büyükkurt bir akşamüstü söz konusu Market-Büfe’de mesai eylerken tesadüfen gelmiş ve sohbet etmiştik. Bu dost, “Market-Büfe” de çalıştığımı Kulağı Kutlu Câmii’nde cuma namazları toplanan dostlarıma gayet lâtif bir dille anlatmış ki memnun olmuştum duyurduğuna. Çünkü mazlum ve mazrur bir emeklinin akşamları Market-Büfe’de çalıştığı duyulsun ki tembel ve iş beğenmeyen gençlerimize örnek olmak istedim.

Bu hususta en güzel nükteyi, “Sorun bakalım, gündüzcü müymüş, akşamcı mı?...” diyerek Hocamgil yapmıştı ki bendenize şevk gelmişti. Dahası var, bir akşam üstü Tayfun Göktürk, Dr. Mehmet Ceran, Hacı Arıkmert gibi gönül dostlarım çay içmeye ve alışveriş yapmaya gelmişler de fakiri bulamamışlar.

----------------------

SOMALİLİ MAHMUD, MEHMED ÂKİF’İN ÇANAKKALE ŞİİRİNDEKİ YAMYAM KELİMESİNİN MÂNASINI SORUNCA…

Somalili Mahmud, Şehr-i Maraş üniversitesinde siyaset ve kamu yönetimi okuyan şirin bir talebe. Her hafta kısa da olsa sohbet ediyor ki, millet ve ümmet oluşumun mânasını daha iyi kavramaya başladım. Allah tealâ’nın simsiyah yarattığı teninden nur ve güzellik saçıyor. Bir keresinde Ali Hocam’a Mehmed Âkif’in “Çanakkale Şehitlerine” şiirindeki “Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ!” mısraında geçen “yamyam” kelimesiyle Afrikalıların mı kastedildiğini sordu ki kurşun yemiş gibi oldum.

Mâlûmdur ki Somali Afrika’dadır, Mahmud’ta Somalili siyah bir Müslümandır. Sorduğu sualin bağlamını şöyle anlattı. Somali ve çevresi tam Müslümandır ve Türkiye’yi Hilâfetin sahibi Osmanlı olarak biliyorlar. Bundandır ki Somali’de Mehmed Âkif en çok okunan bir Türk şairidir. Ancak, Somali’nin okumuş kesiminin bazılarında “Âkif, Çanakkale Şehitlerine şiirinde geçen yamyam kelimesiyle biz Afrikalı siyahları mı kastediyor…”  şeklinde bir alınganlığa sebep olmuş.

Çünkü 16. asırdan bu yana Batılıların oluşturduğu “Siyahlar, yâni Afrikalılar yamyamdır” sözü onların şuur altına yerleşmiş olacak ki bu güzel Siyahî Müslüman ümmetdaşlarımız adı geçen mısradaki yamyam kelimesinden ister istemez alınmışlar. Bu sebeptendir ki Somalili Mahmud kardeşimiz bu kelimenin ne mânaya geldiğini Ali Hocam’a sual etti, Ali Hocam da “şerh edeceğini” söyledi. Bu sualinden dolayı Somalili Mahmud’u cezbe hâlinde tebrik ettim. Âkif üstüne yazan bütün ustaların kitaplarında böyle bir soruya karşılık olacak bir açıklama, bir şerh, bir metin yoktu. Böyle bir soruyu sormayı aklına getiren veya düşünen birine de rastlamadım. Gözlerinden nur ve hikmet pırıltıları saçan gencecik Somalili Mahmud hepimizi düşünmeye dâvet etmişti.

Ah, Somalili Mahmud! Sen ne güzel bir ümmetdaşsın öyle! Seni kim keşfetti, kim getirdi yanımıza?

----------------------

BİR EHL-İ İRFAN’A “KİTAP OKUYUNUZ” DEMEK GAFLETİNDE BULUNDUM

Bir düğün mekânında otururken, iki hocamdan biri, “Çok sigara içtiğini ve bu hâline üzüldüğünü” anlatmıştı. Fakir, heyecanla “Hocam, sigarayı az içmenin ve geciktirmenin yolu kitap okumaktır, bendeniz bu şekilde savuşturuyorum…” dedim. İki hocamdan diğeri, sigaradan şikayet eden hocamı kastederek “Hocamın kitap okumaya ihtiyacı yoktur…” deyince aceleciliğimden sürç-i lisan ettiğimin farkına vardım. Kendimi toparladım, insan-ı kâmillerin durumu aklıma geldi. Kendi kendime ne çabuk unutuyorsun, dedim. Ehl-i irfan ve ehl-i hâl olanların dünyalık kitap okumaya ihtiyaçları olur mu, diye kendime kızdım.

Demem şu ki sizi siz olun, irfan sahiplerinin meclisinde “Kitap okumanın faydalarından ve şu kitabı okudum, siz de okuyun…” şeklinde sohbet etmeyin, tasavvuf âdâbına uygun değildir.

-----------------------

BALIKÇI HOCAM’IN MEKÂNINDA TÂLİM ETMEK

Paralelcilerle ortak çalışan muarızlarımın en yakın dostlarımı ayartmaya çalışmasının verdiği üzüntüden sonra, Balıkçı Hocam’ın balık tutma mevkiine gittim dostlarımla, mânevî olarak rahatladım. Seyr ü sülûkumun bir parçasını az da olsa tâlim ettim yine. Yeri gelmişken Balıkçı hocamın balık tutma mekânı fakir için nefis ve beden imtihanıdır. Orada yorularak ve dar imkânlar içinde yarım gün dostlarla halvet olmak mânevî bir tâlimdir bendeniz için. Nasıl ki, tarikatlarda müridlere ilk zamanlarda dergâhın tuvaletlerini yıkattırırlar, kuru yerde yatırıp bekletirler, mutfakta çalıştırırlar, az ve katıksız yemek verirler ki, nefsi ve kibri kırılsın, benliği törpülensin, maddî konforun zevklerinden kurtulmayı bilsin…

Haddim değil tasavvufî eğitimi misâl vermek, fakat inanın bu mânada bir gün yaşadım Balıkçı Hocam’ın balık tutturduğu mekânda. Fakir, balık tutmasını bilmez, böyle bir alışkanlığı ve becerisi de yok. Sırf, Hocamgilin ve dostlarımın peşinden mânevî maksatla gidiyorum.

Şöyle ki, sağlığım kır ve arazi şartlarında ikamet etmeye, vakit geçirmeye hiç elverişli değil. Balık tutulan mevkii kıyıya yetmiş derece eğik bir yer olup, bel diskleri çürük olanlar için ayakta durmak veya oturmak hayli zor. Güya birkaç seki yapılmış, fakat hiç faydası yok. Zemin toz toprak, pür ve taş dolu. Tuvalet ve çeşme yok. Abdestinizi kıyıda suya düşmeden alabilirseniz ne âlâ. Namazı düz bir yer bulabilir de kılabilirseniz şanslınız.

Bunları niye anlatıyorum. Bedenim maddî ağrılar içinde, fakat kalbim mânevî olarak gayet rahat. Asla şikayetçi olmadığım gibi konformist de değilim. Bu mekân sağlık şartlarıma aykırı olmasına rağmen kalbin tezkiyesi gibi bedenimi de bazı imkânlardan mahrum kalarak konfor ve rahatlığa bağımlılıktan kurtarma tâlimi yaptırıyor.

----------------------

28 KG. AĞIRLIĞINDAKİ “HAREMEYN” KİTABINI DUYUNCA CEZBEYE KAPILDIM

Ksü’nün Kütüphâne müdürü, üniversite talebelerinin abisi, şair ve hikâyeci dostum Hasan Ejderha’nın odasında seksen santim uzunluğunda, kırk santim eninde ve 28 kg. ağırlığında “Osmanlı Fotoğraflarıyla Haremeyn” adlı kocaman bir kitap varmış ki, kendisinden ve Ferhat Ağca dostumdan dinledim de cezbeye kapıldım. İslâm Tarih Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) tarafından Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde onun himayesiyle bastırılan bu muhterem kitap Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın albümleriyle Hicaz müdafiî ve kahramanı Fahrettin Paşa (Türkkan)’nın koleksiyonundan seçilmiş fotoğraf albümü ve Haremeyn’le ilgili tanıtım yazılarından müteşekkil olduğunu anlattılar. Bu muhteşem kitabı havalar serinleyince nasip olursa ziyaret etmeye gideceğim.

-------------------

İKİ DOSTA ÇAĞRI

Hasan Keklikçi ve Fatin Rüştü Kayıran dostlarım! Neredeyseniz çıkın gelin. Bu dost hasretliği yeter artık. Aleyhinizde bile konuşulmaz oldu. Bu fakir, sizleri savunmaktan yorgun düştü. Dosthâneye mazeret olur mu? Olmaz. Fikir Dükkânı’na bir an evvel duhul edin.

Genel Haberleri