Kıble yürekli, Hilâl bakışlı, “Gül” gönüllü,
Turan düşünceli ve “Kitap Şuuru”na sahip;
Türk’ün yürek sesi, Türk Dünyası’nın ilim nefesi,
Türk milliyetçiliğinin son efsânesi, ülkücü hareketin bilgesi
ve bir Osmanlı çelebisi olan bu güzel insanın azîz hâtırasına…
İlim ve irfan dünyamızın; ilmiyle âmil, îmanıyla kâmil bir büyük âlimi daha Hakk’a yürüdü… Medeniyet iddiâmızın, millî kültür ve tarih şuurumuzun zihnî, fikrî ve felsefî koordinatlarını çok büyük bir vukûfiyetle ortaya koyan ve “Türk düşünce geleneğinin tâkipçisi olan”[1] tefekkür âbidesi bir âhir zaman mürşidi daha Âlem-i Cemâl’e vuslat için gurûb etti… İnsânî, İslâmî ve millî değerlerimizi bir ömür baş tacı eden; bizim medeniyetimizin rûhu olan “Kitap Şuuru”yla, millî düşünce üslûbumuzun sosyolojik terkibini yapan ve “dünyaya söyleyecek sözü olan” bir büyük dâvâ adamı daha “dünya sürgünü”nü tamamladı ve aslî vatanına vâsıl oldu…
Türk-İslâm Dünyası’nın medeniyet tasavvurunun yeniden kıyama durması; muhteşem mâzîmizin yeni baştan hayat bularak daha ihtişamlı bir istikbâle taşınması için yarım asırdır göz nûru, akıl ve gönül teri döken bir münevverimiz daha -bizim ağabeylerimiz olan nesli “yetîm-i akran”, bizleri de yetîm-i âlim edip- sefer eyledi rahmet-i Rahmân’a… Ve öksüz duygular hükümran oldu; kadim ülkücülerle birlikte yetim kalan zamana…
Zîrâ son devir düşünce burçlarımızın en önemli köşe taşlarından birisi olan “Bir Fikir Başbuğu” daha göçtü bu dünyadan… 10 Ekim 2013 günü, Türk milliyetçilik tarihine silinmez izler bırakan Nevzat Kösoğlu Ağabeyimiz de fâni âlemdeki son yolculuğuna çıktı, “İrciî” (Dön!) emr-i şerifi gelince semâdan… Îman, ihlâs ve idrâk numûnesi, ahlâk, fazîlet ve cesâret timsâli, tadına doyulmayan muhteşem bir rüyânın son cümlesi, Türk’ün yürek sesi ve Türk Dünyası’nın ilim nefesi olan çok önemli bir fikir adamı daha ayrıldı aramızdan…
Ve Sevgili Peygamberimiz(s.a.v.)’in “El-ulemâü veresetü’l-enbiyâ”[2] (Âlimler peygamberlerin vârisidir.) diye ifâde buyurduğu âlimlerimizden birisi daha bâkî âleme şehbâl açtı... Bizler, bu büyük âlimi “gayb” etmemizle birlikte, bir âlemi daha yitirdik ve İslâm burçlarında bir büyük gedik daha açıldı. Fahr-i Kâinât Efendimiz bu mevzûda; “Âlimin ölümü, İslâm’da açılan bir gediktir. Gece ve gündüz birbiri ardınca geldiği sürece onu hiçbir şey kapatamaz.”[3] diye buyurmuşlardır. İki Cihan Serverimiz, bir gün Ashâbıyla sohbet ederken onlara; “Cennet ağaçlarından bir ağaca rastladığınız zaman, onun gölgesinde oturun, yemişinden yiyin” tavsiyesinde bulunmuş, bunun üzerine bir sahâbî; “Ya Rasûlallah! Cennet ağacına hayatta ve dünyada iken nasıl rastlayabiliriz?”diye sormuş; Allah Resûlü (s.a.v.) de cevaben; “Bir âlime rastladığınız zaman Cennet ağaçlarından bir ağaca rastlamış olursunuz!” demiştir. Bu sebeple olsa gerek bizim ilim ve irfan hayatımızda bir gedik açılınca, bu onulmaz yara; “Bir âlimin ölümü, âlemin ölümü gibidir.” hükmüyle târif edilmiştir.
Gerçekten Nevzat Kösoğlu da; zihnimize, gönlümüze ve düşüncelerimize ilmi ve îmanıyla abdest aldıran, “yemiş” diye ifâde buyurulan eserlerinden ziyâdesiyle müstefit olunan ve gölgesinde oturulan “Cennet ağaçlarından bir ağaç”tı… Zîrâ Nevzat Ağabeyimiz; Dünya Türklüğü’ne, İslâm Dünyası’na ve insanlığa dâir; çok önemli fikirleri, büyük ideâllleri, hayâller ötesi hayâlleri olan ve “ilim adamı” sıfatının içini kâmilen dolduran çok müstesnâ bir âlimdi.
Çünkü o; âteşin bir îmana, engin bir tarih şuuruna, derin bir kültüre, entelektüel bir bakış açısına, çok geniş bir ufka sahip olan, inandığı doğruların -ne pahasına olursa olsun- sonuna kadar ardında duran ve “hiç bir kınayanın kınamasından korkmayan”[4] muttakî bir mü’mindi.
Çünkü o; hayatı “Kitap”la yorumlayan, her işinde “Kelâm-ı Kadim”in hükümlerine uyan, bu toprakları bizlere vatan kılan Horasan erenlerinin izinden ayrılmayan, gâzî-dervişliğin gayret kuşağını daha delikanlı çağında kuşanan, hasta yatağında bile Türk-İslâm Dünyası’nın meseleleri ve milletin selâmeti için kafa yoran, Türk kimliğine ve Türk Dünyası’na dâir nitelikli fikirler ortaya koyan bir mefkûre sancağıydı.
Çünkü o; îmanla beslenen yüksek şahsiyeti, şahsiyetinden kaynaklanan vakur tavrı, tevazuu, kutsî ideâlleri, bağlı olduğu mukaddesleri, tefekkür dünyası, ilmi, asâleti, ahlâkı ve inancıyla düşünce hayatımıza turkuaz ışıklar saçan ve çoraklaşmış gönüllerimizi suya kavuşturan bir fikir vâhasıydı.
Çünkü o; “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” anlayışından ilham alan, her konuya insan ve îman merkezli bakan, “İnsanların en hayırlısı insanlara hizmet edendir”[5] Nebevî düsturunu kendisine rehber edinen, Türkiye’yi bir dünya devleti, dünyanın siyasi merkezini de Türkiye yapma ülküsünü gerçekleştirmek için yıllar yılı fikir çilesi çeken, yüreği Turan coğrafyası için çarpan, gönlü İslâm Âlemi’ni ve bütün insanlığı kucaklayan ve “Emrolunduğu gibi dosdoğru ol”an[6] bir îman burcuydu.
Çünkü o; Anadolu Beylerbeyliği’nin dar penceresinden değil, Osmanlı Cihan Devleti’nin geniş ufuklarından dünyaya bakan, Türk tarihini ve Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi’ni günümüz şartları içinde yeniden ele alan; Yüce Dînimiz’in insanımıza bahşettiği îman ve Türk milliyetçiliğinin bu aziz millete verdiği heyecanla bizim Anadolu topraklarında yeniden bir medeniyet hamlesi başlatılacağımıza bütün kalbiyle inanan ideâlist bir Türk münevveriydi.
Çünkü o, “Bayrağın düştüğü yerden ayağa kaldırılması”, “Yitiğin kaybedildiği yerde aranması” ve Tevhîd Sancağı’nın “Evliyâ yurdu bu toprak”larda yeniden kıyama durdurulması gerektiğine bütün gönlüyle inanan, bu düşünceyi kuvveden fiile geçirebilmek adına, Türk kimliğiyle ilgili çok ciddi araştırmalar yapan, hasta yatağında bile Türk milliyetçiliği fikirler örgüsüne “akl-ı selîm, zevk-i selîm ve kalb-i selîm” gergefinde kavî ilmikler atmayı son nefesine kadar sürdüren büyük bir vatanseverdi.
Çünkü o; ihtiyar dünyanın içtimâî ve siyâsî meselelerine, günümüzde yaşanan küresel problemlere karşı; “Önce îman, ahlâk; sonra kültür ve medeniyet” diyerek “insan merkezli” ve “inanç mihverli” millî çözümler üreten, “Millî kültür hareketimiz tabii ve zarûrî olarak Kur’ân’dan başlayacaktır.”[7] hükmünü ortaya koyup, hâdiseleri “millî bünyemizin en dokuyucu unsuru olan ‘Kitap’ şuuru”[8]yla, “îman ve amel” mihenginde değerlendiren ilim ve kültür sahibi bir düşünce evliyâsıydı.
Çünkü o; semâvî sevdâlardan beslenen, yüreği hayâllerin çok ötelerine yaslanan, “Ülkü denen nazlı gelin”in aşkıyla kirpikleri ıslanan, ve “Huma kuşu” gibi hep “yükseklerden seslenen” bir âhir zaman dervişi; “Gül” gönüllü ve Turan düşünceli bir “Yesi Güvercini”ydi.
* * *
O, varlık sebebimiz ve hayat gâyemiz olan Müslümanlığımızla, hayatın gerçeği olan Türklüğümüzü aynı dâire içinde yorumlayan; tevârüs edilmiş bir asâletin ve unutturulmak istenen bir medeniyetin bütün güzelliklerini yüreğinde duyan, “Türk’ün Müslümanlığını yaşayabilsek, kimliğimizle birlikte iki dünyamızı da kurtarırız, hiç şüpheniz olmasın…”[9] diyen, “Türk’ün ruh köküne bağlı” nesillerin yetişmesi için, -bir sürü sağlık problemine rağmen- durup dinlenmeden çalışan, kalbi “din ü devlet, mülk ü millet” diye çarpan, millet ve devlet sevdâlısı olması hasebiyle; yaşama zevkini düşünmeyen, yaşatma aşkına gönül bağlayan bir “Mektep Adam”dı.
O; tarihî mefâhirimize, tevârüs ettiği mukaddesâtımıza ve irfânî müktesebâtımıza bir ömür hizmet eden; dilimizle, tarihimizle, kültürümüzle, millî kimliğimizle ve medeniyetimizle her zaman övünen; “Kıblesi ne olursa olsun, her îman bir medeniyetin motor gücüdür.”[10] ve “Her medeniyet açılışı, yeni bir îman hamlesinin veya tâzelenmesinin eseridir”[11] diyen; kültür ve medeniyetlerin rûhî temellerinde inanç, içtimâî temellerinin ise bu inanca bağlı ahlâk nizâmı olduğunu sık sık dile getiren ve “Dindarlık gayreti ile de olsa, Türk’ün Müslümanlığını, yaşama üslûbunu bozmayalım. Her cemiyet kendi üslûbunda güzeldir.”[12] diyerek millî üslûbun önemini bütün eserlerinde vurgulayan, “ibâdât ü taât üzre” yaşayan, söylediklerini icraatlarıyla “ete-kemiğe büründüren”, yazdıklarını yaşayan, yaşadıklarını yazan ve tebliğini en güzel bir biçimde temsîl eden “Kıblesi düzgün” bir dâvâ adamıydı.
O; ârafta kaldığımız ve fikir fukaralığına dûçâr olduğumuz şu günlerde, Türk-İslam Medeniyeti’nin ferah fezâ ikliminden ilhâm alarak fikir susuzluğumuzu gideren, kalem ve kelâmındaki Kur’ânî ve Tûrânî rahmet yağmurlarıyla çöle dönmüş gönüllerimizi yeşerten, sosyal ve siyâsî meseleleri irdelerken Batılı kavram ve paradigmalarla değil, bize âit medlûl, mazmun, mefhumlarla fikir yürüten bir düşünce mîmârıydı.
Yazının Devamı Haftaya
[1] Nevzat Kösoğlu, Türk Dünyası Tarihi ve Türk Medeniyeti Üzerine Düşünceler,12
[2] Buharî, İlim, 10; Ebû Dâvûd, İlim, 1; İbn-i Mâce, Mukaddime, 17
[3] Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, I, 201; Darimî, Mukaddime, 32
[4] Mâide, 5/54
[5] Süyûtî, Câmiü’s-sağîr, II, 10
[6] Hûd, 11/112
[7] Nevzat Kösoğlu, Kitap Şuuru, 110
[8] Nevzat Kösoğlu, a.g.e., 67
[9] Nevzat Kösoğlu, Millî Kültür ve Kimlik, 22
[10] Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, 9
[11] Nevzat Kösoğlu, Türk Dünyası Tarihi ve Türk Medeniyeti Üzerine Düşünceler,13
[12] Nevzat Kösoğlu, Millî Kültür ve Kimlik, 49