Bir Tefekkür Âbidesi: Nevzat Kösoğlu (3. Bölüm)

Kıble yürekli, Hilâl bakışlı, “Gül” gönüllü,Turan düşünceli ve “Kitap Şuuru”na sahip;Türk’ün yürek sesi, Türk Dünyası’nın  ilim nefesi,Türk milliyetçiliğinin son efsânesi,  ülkücü hareketin bilgesive...

Kıble yürekli, Hilâl bakışlı, “Gül” gönüllü,

Turan düşünceli ve “Kitap Şuuru”na sahip;

Türk’ün yürek sesi, Türk Dünyası’nın  ilim nefesi,

Türk milliyetçiliğinin son efsânesi,  ülkücü hareketin bilgesi

ve bir Osmanlı çelebisi olan bu güzel insanın azîz hâtırasına…

 

* * *

O; 1969 yılında yazdığı “Fetih ve Zaman” isimli denemesinde Fatih Sultan Mehmet Han’la sohbet ederken,  hâl-i pür melâlimizi; Âlem-i İslâm’ın zamanda fetretidir bu; yıkık mâbetlere döndü gönlümüz.” diyerek çok çarpıcı bir cümleyle  dile getirmiş; 28 yaşında iken yazmış olduğu ve zamana hükmetmek isteyen gençler tarafından tekrar tekrar okunması gereken bu makalede, o; “Mekânın cennet olsun Hünkârım, Feth-i Mübîn’den bu yana beş yüz on altı yıl oldu. Her yeni gün dünya daralıyor; eloğlu, göklerden, şimdi zamanı gönlünce kesip biçiyor. Görünürlerde yokuz henüz. Nice zamandır, yıllar uzun, öyle uzun geliyor ki bize… Zaman fiilimizi aştı çoktandır; zamanı yapan biz değiliz artık. Dışımıza taştı, zaman dışımızda akıyor ve köpürüp kabaran dalgaları Hünkârım, uzaktan, itilmiş, yılgın seyretmek, sonsuzu kıran yabancı darbeler altında ezilmek öyle zor, öyle zor ki…”[1] cümleleriyle, Fetih Rûhu’ndan uzaklaşmanın bir neticesi olan ve hüzünlü zamanlarda yaşadığımız mahzûn duygularımızı dilendirmiştir.

O;  Güneydoğu’daki gelişmelerle âlâkalı bir röportajında; “Özerklik ve iki dil bu konudaki nihâî noktadır.”  demiş; “Dil ikileşsin, devlet, bayrak ikileşsin dendiği zaman, hiç kimse kusura bakmasın,  eskilerin tabiriyle orada kılıç oynar. Bir devlet bunu kimseye veremez; Osmanlı’nın en düşkün zamanlarında, yıkılırken bile bu verilmedi. Sen, ondan bayrağını istiyorsun, işte orada kılıç oynar.”[2]  diyerek  tarihî, sosyolojik  ve fiilî gerçekleri dile getirmiştir.  O; bölücülerin hainliği, Meclise alınan eşkıya uzantılarının” azgınlığı,  tarihle yüzleşiyoruz” angutluğu, yılan gibi tıslayıp “T.C.” tâbirini nefretle kullananların alçaklığı, iktidar sahiplerinin aymazlığı, devlet adamlarının vurdum duymazlığı ve icraat makâmında bulunanların idrak noksanlığı  karşısında;  “Hazmedemiyoruz Efendim!” başlıklı ‘Bir millî deklarasyon’ mâhiyetindeki yazısıyla Türk Milleti’nin yürek sesi olmuştur.  Bu makâlede Nevzat Kösoğlu; “millet olmanın”, “devlet adamlığının”, “tarih şuurunun” ve “otoriteyi tesisin”   ne demek olduğunu herkese öğretmiş, devlet îtibarını ayaklar altına alanlara  ve  olaylar karşısında sâdece “gülümsemekle yetinenlere” çok önemli dersler  vermiştir.  Okumayanlar tarafından mutlaka tamamının okunması gereken bu makâlede Nevzat Kösoğlu;

“…Devletimize “hastir” çeken o terbiyesiz belediye başkanının görüntüsünü unutamadık. Biz o şehitleriz, yetmiş milyonuz efendim! Toprağın altındakileri saymıyorum. Hala yerinde oturan o adama diz çöktürmedikçe; bu hesap her zerresiyle alınmadıkça, vebali size çok ağır gelir efendim, kaldıramazsınız! Unutuldu sanmayın; millet unutmaz. Devlete,tarihle yüzleşiyoruz’ adı altında günde kırk kere özür diletiyorsunuz ve on bin kişilik bir yerleşimde elli bin kişinin mağaralara doldurularak yok edildiğini söylüyorsunuz! Millet sayı saymasını da biliyor, eşkıyadan özür dilemekle sorunlarımızın çözülemeyeceğini de efendim.

…Biz şehitlerin acısını da sineye çekeriz; tarihimiz, kültürümüz bu acıların eseridir; ama devlet eğilmesin! Hukuka bağlı ve saygılı bir yönetim, dünyanın hiçbir yerinde kendisini böyle aşağılatmaz, aşağılatamaz. Bizim kültür geleneğimizde devlet bütün mukaddesatımızın koruyucu yapısıdır, toplumsal değerlerimizin en üstünüdür; kutsallığı da bu anlamdadır ve buradan gelir. Ona küfrettiremezsiniz efendim! Türk'üyle, Kürd’üyle ruh bütünlüğümüz parçalanıyor efendim!

…Hiçbir çözüme devletin halk indindeki itibarını çiğneyerek ulaşılamaz. Farzımuhal ulaşıldığı düşünülse bile, o artık çözüm değil, anlamını yitirmiş bir mevta gibi olur.[3] diyerek;  Türk Milleti’nin hissiyâtını, düşüncelerini, irfânî bakışını, devlet anlayışını ve soylu öfkesini dile getirmiştir.

* * *

O; çölleşen fikir dünyamıza düşünceleri ve tahlilleriyle yön veren, kendimize ait mukaddes rüyâlar görmemiz için  “küllî bir tefekkür şuuru” oluşturmayı hedefleyen ve yeniden câmi merkezli bir medeniyet inşâ etmemiz gerektiğini tedris ettiren ve bu ideâlin gerçekleşmesi için; “Türk Medeniyeti Üzerine Düşünceler”ini özetlerken; “Türk Milliyetçileri, bütün Türk ve İslâm Dünyası’nı hedefleyen yeni bir medeniyet tasavvuruyla  ortaya çıkmalıdır. Bizler, ancak hedefi büyütüp kutsallaştırmakla tecdîd-i îman edebiliriz. İşte o zaman pörsüyen heyecanlarımız yeni ve yüksek bir gerilime kavuşabilir.”  diyen; XV. ve XVI. yüzyılı “Türk Asrı” yapan değerler manzumesini baş tacı yaptığımız zaman XXI. yüzyılın da “Bizim Asrımız” olacağına cân-ı gönülden inanan, Dünya Türklüğünün, İslâm Dünyasının ve bütün mazlum milletlerin sevgisini, ıstırabını, derdini ve çilesini gönlünde duyan ve katiyen mübârek ecdâdımız “Osmanlı’ya  toz kondurmayan”[4]  mümtaz bir  Türk milliyetçisi, hayat boyu ideâllerinden zinhar tâviz vermeyen, çizgisinde aslâ kırıklık olmayan ve “ülkü denen nazlı gelin”e sevdâsı hiç azalmayan bir ülkü deviydi.

O; ülkücülüğü; “Kişinin, kendi nefsini aşma cehdi”[5] olarak anlayan ve anlatan, ülkücülüğün siyâsî bir hareket olmanın ötesinde, bir ahlâkî duruş, bir ideâlist tavır olarak idrâk edilmesi gerektiğini savunan, Allah (c.c.) hatırından üstün bir hatır, vatan ve millet menfaatinden daha yüksek bir menfaat tanımayan, “yüreği rozetinden büyük” olan ve “Kevser akan, ‘Gül’ kokan” bir ahlâk ve karakter numunesiydi.  O; ülkücülüğün; ‘Her zemine uyan, her kapıyı açan, her tarife sığan bir tanımlama’ olmadığını, ‘câmi ile meyhane arasını ihatâ eden bir yelpâze’ oluşturmadığını, “Din-dil ve tarih şuuru”na istinat eden bir  “hâl” olduğunu / olması gerektiğini, millî ve  mânevî ölçülerinin bulunduğunu / bulunması gerektiğini anlatanlardandı.

O; Allah(c.c.)’tan başka hiçbir şeyden korkmayan, “kenan tûfanı” sonrasında bile hiç recûliyet eksikliği göstermeyen, 12 Eylül Dönemi’nde kendisiyle birlikte yüzlerce ülkücünün idamla yargılandığı Mamak’taki  duruşmalar sırasında hâkim ve savcılara; “Siz, gayrı meşrû bir yönetimin sözcülerisiniz; siz, askerî cuntanın hukuksuzluğunu temsil ediyorsunuz, bu sebeple sizi mahkeme heyeti olarak kabul etmiyorum!” diye kükreyen, Mamak Cezâevi’nin işkenceci komutanı Râci Tetik’e hiç kimsenin çıt çıkaramadığı bir devirde, mahkemeden önce salonda ülkücülere gözdağı vermek için volta atan o zâlim albaya; Ne işin var ulan senin burada, burası mahkeme değil mi, s...tir git şurdan, defol!..” deme ve   salondan kovma erkekliğini göstererek dillere destan bir tavır sergileyen, kararlılığına, yiğitliğine, vakarına hiçbir zaman gölge düşürmeyen; zâlimler ve şeddatlar karşısında mağrur olmayı şahsiyetinin zekâtı sayan, bir bozkurt edâsıyla kükreyerek bütün cuntacılara meydan okuyan,  hiçbir şartta ve  hiçbir zaman -Allah(c.c.)’tan başka- hiç kimseye eyvallahı olmayan, omurgası dimdik  olan; gerçek bir mücahit, mangal yürekli bir Anadolu yiğidi ve gözünü daldan budaktan sakınmayan bir mücâdele adamıydı…

Devam haftaya 4. Bölümde

[1] Nevzat Kösoğlu, Kitap Şuuru, 47

[2] Seda Şimşek, Nevzat Kösoğlu’yla Röportaj, Bugün Gazetesi, 10 Ocak 2011,

[3] Nevzat Kösoğlu, Hazmedemiyoruz Efendim, Türkiye Günlüğü, Sayı: 113, Yıl: 2013

[4] Nevzat Kösoğlu, Kitap Şuuru, 89

[5] Nevzat Kösoğlu, Türk Milliyetçiliği ve Osmanlı, 92

Genel Haberleri