“BİR BAYRAK RÜZGÂR BEKLİYOR” 1. BÖLÜM
Allah (c.c.), vatan ve istiklâl aşkıyla
canını ve kanını sebîl eden şehitlerimizin
Al-bayrağımıza verdiği “kan kırmızısı renkle”;
“hilâl”le “yıldız”ın terkîbinden meydana gelen
ve “Tevhid’in remzi” olan mükemmel âhenkle;
yüreğimizin ahfâ tepelerine sevdâ kınası yakan
“dîn ü devlet mülk ü millet” aşkından gelen kutsiyetle
gökkubbenin ve gönüllerimizin zirvesinde dalgalanan
şanlı “Türk Bayrağı”na en kalbî muhabbetlerimizle…
* * *
Ey; Türklüğün gururu, kalbimizin sürûru, gözümüzün nûru; bağımsızlığımızın ve hürriyetimizin sembolü, hâkimiyetimizin ve devletimizin mührü olan; gecelerimizi “ay yıldız”ın ışığıyla gündüz eyleyen ve semâlarımızı şehitlerimizin kanıyla telvîn edip lâle bahçesine çeviren “mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü…”[1] Ey; hilâliyle Yüce Rabb’imizi; yıldızıyla Fahr-i Kâinat Efendimiz’i; al rengiyleşühedâyı veTürk Milleti’ni temsil eden, turkuaz sevdâlarla gönüllerimizde bâd ü sabâ estiren “Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü…”[2] Ey; Tevhîd’in Ay-Yıldızlı terkîbi, elif gönderindeki mukaddesâtımızın şühedâ kalemiyle tezhîbi, Kosova Savaşı’ndaki o meşhur tablonun tasvîri, “ezelden beridir hür yaşamış” veebediyen hür yaşayacakolan bu azîz milletin; rûh kökünün, tarihinin, ideâllerinin, millî ve mânevî değerlerinin en güzel remzi ve en mükemmel tercümânı…
Ey; Oğuz Kağan’la Uluğ Türkistan’dan yola çıkan, Abdülkerim Satuk Buğra Han’la Mekke’nin Tevhîd nûrunda yıkanan, Sultan Alparslan’la Anadolu kapılarını selâmlayan, Fatih Sultan Mehmet Han’la İstanbul’u alıp yeni bir çağ açan, Yavuz Sultan Selim ve Kânûnî Sultan Süleyman’la XV. ve XVI. yüzyılları “Türk asrı” yapan, İstiklâl Harbi’nde insanımızı kıyâma durduran ve beşbin yıllık tarihimizden aldığı güçle zafer burçlarını dolduran Ay-Yıldızlı kahramanlık destânı…
Ey; Mâverâ’dan “Gül” kokulu muştular getiren; bizleri vahdetin muazzez iklimine götüren, şühedânın rûhâniyetiyle kalplerimizi âbâd eyleyen, gölgesinde oturanlara tatlı bir huzur, ferah-fezâ bir emniyet ve eşsiz bir mutluluk veren, dünyadaki bütün mazlumların gözyaşını silen, “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi” ve “cihad rûhu”yla “üç kıt’a-yedi deniz”i mühürleyen milletimizin hükümranlık fermânı… Ey; Türk olmanın, Türk doğmaktan çok öte bir şey olduğunu cümle güzellikleriyle bütün cihâna anlatan, kalbinde büyüttüğü “Î’lâ-yı Kelimetullah” aşkıyla ruhları cennet-âsâ bir iklime kavuşturan, dalgalandığı yerleri süt-beyaz bir adâlet ve semâvî bir saâdetle buluşturan; asırlık gecelerin katran karasına ve Hilâl şafağı bekleyenlerin gönül yarasına merhem olan; mazlumlar için şefkat ve merhamet kanadı, zâlimlere karşı bir Osmanlı tokadı diye tesmiye olunan “Bayraklar içindeki en güzel bayrak…”[3]
Ey; gönlümüzü seren direği yaptığımız, kalbimizin ahfâ zirvelerine çektiğimiz, semâda nazlı nazlı süzülürken meleklerin kanadından rüzgâr aldığını hissettiğimiz, “yurdumun üstündeki en son ocak”[4] sönmeden, hiç kimsenin semâdan aslâ indirmeyeceğine îman ettiğimiz gurûbu olmayan dokuz tuğlu güneş ve ey; tutsak soydaşlarımızın dâü’s-sılası, fâtihâne rüyâlarımızın hayır duâsı olarak “bu şafaklarda yüzen al-sancak…”[5]
Ey; esir Türk illerindeki bayrak öksüzlerinin yanan yüreklerini ve çöle dönmüş ümitlerini ebr-i nisân olup rahmet sağanağıyla yeşerten, Türkiye dışındaki topraklarımızı sınırlar ötesi ideâller ve millî hayâllerle süsleyen, “kızıllığında ısındığımız”, “gölgesine sığındığımız”, rüzgârında serinlediğimiz “Yeşil yaprak arasındaki kırmızı gül goncası…”[6]
Ey; “meddi üç kıt’ayı tutan, cezri Sakarya’da biten”[7], târihî sarkacımızın yükselişe geçmesiyle birlikte inş’Allah yeniden eski günlerine avdet eyleyen, mâziden aldığı hızla aydınlık bir istikbâle doğru kanatlanan ve Türk Milleti’nin gönül burçlarında şehbâl açan besmeleli bir aşkın madde ve mânâ tuğrası…
Ey; Ötüken’den seslenince aks-i sadâsı; Çin Seddi’nde, Hint Yarımadası’nda, Rusya steplerinde Avrupa’nın kalbinde, Anadolu yaylasında Balkan dağlarında, Tuna boylarında, Kafkaslarda, Yemen çöllerinde, Afrika sâhillerinde yankılanan, “gökkubbeyi otağ, güneşi tuğ” yapan ve gönüllerde çerağ uyandıran “nazlı hilâl”in muhteşem sesi…
Ey; yüreğimizden çektiğimiz îman mürekkebini, kan kırmızısı bir kalemle ve silinmez harflerle semâya nakşettiğimiz; vatanımızın ebedî tapusu olarak ufuklarda alev alev dalgalanması için gökkubbeye astığımızfirûze duygularımızın en latif nâmesi...
Ey; târihe gururla armağan ettiğimiz zafer kasîdelerimizin taç beyiti ve beşbin yıllık şiirimizin en güzel kâfiyesi…
Ey; kalbimize süt-beyaz bir alevle aşk kınası yakan Ay-Yıldızlı sevdâ nefesi,
Ey; “Hazır ol cenge, ister isen sulh u salâh”[8] diyen kırmızı-beyaz zeytin dalı…
Ey; “Barışın güvercini, savaşın kartalı…”[9]
Ve ey şâirin;
“Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim;
Yeryüzünde yer beğen!
Nereye dikilmek istersen,
Söyle, seni oraya dikeyim!”
[10] dediği şanlı Türk Bayrağı, sana gönüller dolusu selâm olsun!..
* * *
Sanat; milletlerin ruh dünyasını, kültürel zenginliklerini, mânevî derinliklerini ve medeniyet seviyelerini ortaya koyan çok önemli bir göstergedir. Yüksek kültür ve medeniyetlere sâhip olan milletler; önemli mefhumları doğrudan dile getirmek ya da sıradan ifâde ve işâretlerle anlatmak yerine; yüreğindeki inancın, Yaradan’ın kendisine bahşettiği ilhâmın ve sanatkâr rûhun gücü, güzelliği, derinliği ve yüceliği nispetinde ete-kemiğe büründürürler… Böyle toplumlar; mâşerî vicdanlarında; daha hikmetli, daha latif ve daha derûnî mânâlar meşk ederler ve anlatmak istedikleri kavramları çok özel telmihler ve sembollerle, ya da çok çarpıcı tasvir ve mecazlarla resmederler. Yâni yüksek medeniyet seviyesini yakalamış olan milletler; sâdece kelimelerin dile getirdiği anlamlar değil, onların çok ötesine geçerek; insanı yüreğinden yakalayan rumuzlar, ruhlarda derin bir heyecan uyandıran simgeler, zihinlerde silinmez izler bırakan işâretler ve gönülleri aşka getiren çok çarpıcı tanımlamalar kullanarak daha efsunkâr ve daha etkileyici bir ifâde tarzını tercih ederler.
Tarihin en eski milletlerinden birisi olan, kadim bir kültüre ve yüksek bir medeniyete tevârüs eden Türk Milleti de, çok derin mânalar ihtivâ eden semboller ve mecazlar kullanma, çok özgün telmih, teşbih ve tasvirler yapma ve ebced hesâbıyla müterâdif bulma, yâni yakın anlamlara gelen kelimeleri birbirinin yerine ikâme etme hususlarında zirveleri yakalamıştır.
Bu söylediklerimizin en güzel misâli ve en çarpıcı hâli; kan kırmızı bir zeminde beyaz renklerle telvîn edilen ve Hilâl’le Yıldız’ın hayranlık uyandıran o muazzam kucaklaşmasıyla arz-ı endâm eden “Ay-Yıldızlı Al-Bayrağımız”da bütün ihtişâmıyla görülür. Çünkü -aşağıda îzah edeceğimiz üzere- Türk Bayrağı; derin anlamlar ifâde eden güçlü sembollerle tezyîn edilmiş olup, uzun cümlelerin ve sıradan kelimelerin anlatamadığı mânâları; en zârif teşbihler, en mükemmel tasvirler, en murassa telvinler, olağanüstü telmihler, sıra dışı simgeler ve fevkâlâde çarpıcı mecazlarla çok kısa yoldan ve çok etkili bir biçimde anlatmıştır.
Bidâyette genel hatlarıyla ifâde ettiğimiz Türk Bayrağı’ndaki sembolleri, şimdi daha teferruatlı bir biçimde açıklayalım; “hilâl”in, “yıldız”ın ve “bayrağımızın rengi”nin ne anlama geldiğini bütün detaylarıyla îzah etmeye çalışalım:
HİLÂL:
Türk Bayrağı’ndaki ana sembol olan “hilâl”; Dede Korkut’un “Yücelerden yücesin, kimse bilmez nicesin?” diye vasfettiğiCenâb-ı Allah’ı, “ebced hesabı”ndaki sayı değeri îtibariyle müterâdifi olması hasebiyleremz etmektedir. Erbâbınca mâlum olduğu üzre “ebced hesâbı”; Arap alfabesindeki harflerin her birine tekabül eden rakam değerini esas alan ve böylece kelimelerin toplam sayı değerini ortaya çıkaran bir hesaplama metodudur. İşte bu metot kullanılarak; iki veyâ daha fazla ismin ebced hesâbındaki sayı değerinin eşit olmasından istifâde edilmiş ve bu isimlerden birisini söylemekle diğerinin de mecâzen ifâde edilmiş olacağı ön kabûlüne istinat eden bir sanat anlayışıyla sembolizm yapılmıştır. Böylece; ebced karşılıkları aynı sayıyı veren kelimeler ve bu kavramlar arasında irtibat kurulmuş ve biri diğerinin yerine sinonim olarak kullanılmıştır. Meselâ ebced hesabında; “Muhammed” ve “aman” kelimelerinin toplam sayı değeri 92’dir. İşte yukarıda îzah ettiğimiz gibi müterâdif olan bu iki kelime, sanatkârâne bir yaklaşımla birbirinin yerine ikâme olmuş ve şâir de “aman” denildiği zaman Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâm’ın yâd edildiğini;
“Aman” lâfzı senin ism-i şerifinle müsâvîdir;
Anın çin âşıkın zikri “aman”dır Yâ Resûlallâh.”[11] dizeleriyle ifâde etmiştir
[1] Ârif Nihat Asya, Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor, Bayrak, 22
[2] Ârif Nihat Asya, a.g.e., Bayrak,22
[3] Yavuz Bülent Bâkiler, Yalnızlık, Antepli Şahin, 43
[4] Mehmet Âkif Ersoy, İstiklâl Marşı
[5] Mehmet Âkif Ersoy, İstiklâl Marşı
[6] Emmi Faydacı’dan alınmış Kırşehir türküsü
[7] Dündar Taşer Mesele, Milliyetçi Hareket ve Kıbrıs Politikası, 105
[8] Dr. Abdulhak Molla
[9] Ârif Nihat Asya, Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor, Bayrak, 23
[10] Ârif Nihat Asya, a.ge., Bayrak, 23
[11] Yaman Dede