“Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor” 2.Bölüm

Allah (c.c.),  vatan ve istiklâl aşkıyla canını ve kanını sebîl eden şehitlerimizinAl-bayrağımıza verdiği “kan kırmızısı renkle”;“hilâl”le “yıldız”ın terkîbinden meydana gelen   ve “Tevhid’in...

Allah (c.c.),  vatan ve istiklâl aşkıyla

 canını ve kanını sebîl eden şehitlerimizin

Al-bayrağımıza verdiği “kan kırmızısı renkle”;

“hilâl”le “yıldız”ın terkîbinden meydana gelen   

ve “Tevhid’in remzi” olan mükemmel âhenkle;  

yüreğimizin ahfâ tepelerine sevdâ kınası yakan

  “dîn ü devlet mülk ü millet” aşkından gelen kutsiyetle

gökkubbenin ve gönüllerimizin zirvesinde dalgalanan

şanlı “Türk Bayrağı”na en kalbî muhabbetlerimizle…

       Bunun gibi, lafza-i celâl olan “Allah” ism-i şerîfinin ebced hesabındaki toplam sayı değeri “66”dır. “Hilâl” ve “lâle” kelimelerindeki harflerin ebced değerleri de aynı sayı toplamını vermektedir. Zâten “Allah, hilâl ve lâle” kelimeleri Osmanlı Türkçesi’yle yazıldığında, bu üç kelimenin de “bir elif, iki lâm ve bir he” harflerinden oluştuğu, yâni bu kelimelerin ebced değerinin eşit olmasına ilâveten, aynı harflerle de yazıldığı, sadece harflerin yerinin değiştiği; Arap alfabesine az-çok muttalî olan herkes tarafından çok iyi bilinir. Bu sebeple bu üç harfe kültürümüzde çok özel bir önem verilmiş ve ecdâdımız bu harflere “cevâhir-i hurûf” (harflerin mücevheri) demiştir.

Bu üç kelimeyi meydana getiren harflerde ve dolayısıyla da kelimelerin ebced hesabındaki toplam sayı değerlerinde bir farklılık olmadığı için; bu kelimeler sembolik anlamda birbirinin yerine kullanılmış; yâni eski tâbirle müterâdif, bugünkü nitelemeyle eş anlamlı, ya da sinonim sayılmıştır. O hâlde bayrak üzerine “Allah” lafzâ-i celâlini yazmak yerine, onun ebced hesabıyla eş anlamlısı olan “hilâl”i veya “lâle”yi koymak; hem sembolik bir ifâde, hem de İslâm akâidi açısından çok daha uygun bir anlatım biçimi olur. Zâten “lâle” kelimesi de “Allah” ism-i şerîfinin eş anlamlısı olduğu için; ecdâdımız, Yüce Rabbimiz’i bu kelimeyle de sembolize etmiştir. Osmanlı Türkleri bu hususta da çok özel bir anlayış ortaya koymuş; dinî sâhâda hilâli rumuz olarak seçerken, askerî alanda ise lâleyi sembol olarak kullanmayı tercih etmiştir. Kudemâ; minârelerin tepesine, câmilerin ve türbelerin kubbesine hilâl dikerken; askerî kışlalarda, çini motiflerinde ve tezyinatta da lâleyi remz olarak kullanmıştır.

İnancımıza göre, Allah(c.c.)’ı sembol olarak bile ifâde etmek, -hâşâ- O’na şekil atfetmek olacağı ve putperestlere benzeme ihtimâli taşıyacağı için, Müslümanlar böyle bir yanlışa düşmemişlerdir. Çünkü Cenab-ı Allah, mekândan ve zamandan münezzeh olduğu gibi şekilden de münezzehtir.Bu îtibarla mü’minler Tevhid düşüncesine aykırı sayılabilecek her türlü şekil, motif, ifâde, teşbih, tasvir vb. yaklaşımlardan kaçınmışlardır.

Hâl böyle olunca da, “Allah’ın seçtiği kurtulmuş millet”[1]diye vasfedilen “Oğuz’un altın nesli” tarafından;Türk Bayrağı’nda,  Allah(c.c.)’ın zâtı ve ismi tenzih edilerek, o ismin harf ve ebced sayı toplamı bakımından eş değeri olan hilâl mecâzen rumuz yapılmıştır. Mâdem ki sembolik bir anlam remz edilecek, o hâlde hilâli harflerle yazmaktansa, onu da remz etmek için, hilâli şekil olarak bayrağa koymak, milletimiz tarafından; çok daha anlamlı, çok daha derin, daha sanatkârâne ve üstün bir idrâk olarak görülmüştür.

Kamerî ayların ondördüncü gecesindeki Ay’ın bedir hâli; yâni dolunay evresi,  Ay’ın en parlak dönemi ve en güzel görüntüsü olmasına rağmen, bayrağımıza niçin onun en az ışık verdiği ve en az belirgin olduğu yay biçimindeki şekli, yâni hilâl evresi sembol olarak seçilmiştir?  Hilâl; eğer Haç’ta olduğu gibi doğrudan doğruya şekilden alınan bir sembol olsaydı, Ay’ın dolunay evresinin sembol olarak seçilmesi mantîken daha uygun olmaz mıydı?  Ancak, bu soruya “Olurdu!” cevâbını vermeyişimizin temel sebebi, hilâlin; şekli dolayısıyla değil, ismi sebebiyle bayrağımıza sembol olmasıdır.

Konuyu bir kere daha hülâsâ etmemiz gerekirse,  hilâl; harfleri ve ebced hesâbındaki sayı değeri îtibâriyle  lafzâ-ı celâlin müterâdifi olması hasebiyle bayrağımıza rumuz olarak seçilmiştir. Yâni Türk Bayrağı’ndaki “hilâl”, “Allah” ism-i şerifine mecaz olmuş ve lafzâ-i celâle hürmeten de “cevâhir-i hurûf”la yazılması yerine, daha sembolik bir ifâde olarak hilâlin şekli remz olarak kullanılmıştır.

YILDIZ:

 Türk Bayrağı’ndaki ikinci sembol olan ve “hilâl”in sînesinde duran “yıldız” ise,  Varlık Sebebimiz, İki Cihan Serverimiz, Sevgili Peygamberimiz Aleyhiselâtü Vesselâm Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa(s.a.v.)’yı remz etmektedir.

Zâten bâzı müfessirler; Necm Sûresi’nin 1. ve 2. Âyet-i Celîleleri’ndeki  “Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed haktan) sapmadı ve azmadı.” [2] buyurularak, “Yıldıza and olsun” kasemiyle Allah Resûlü(s.a.v.)’ne işâret edildiğini söylemişlerdir. Cafer b. Muhammed b. Ali b. el-Hüseyn (r.a.); “Battığı zaman”  tâbirinde,  Fahr-i Kâinât Efendimiz’in Miraç Gecesi’nde semâdan yere inmesinin kastedildiğini ifâde etmiştir.  Bâzı İslâm âlimleri de; Necm Sûresi’nde, Efendimiz Aleyhiselâtü Vesselâm’ın Mir’âc’ıyla ilgili âyetler bulunması hasebiyle; söz konusu sûrede, üzerine yemin edilen  “yıldız”ın Sevgili Peygamberimiz(s.a.v.)’e telmih olduğunu dile getirmişlerdir.

Muhammed Osman Abduh el-Bürhânî'nin “Tebrietü’z-Zimme fî Nushi’l-Ümme” adlı kitabında ve İsmail Hakkı Bursevi'nin “Rûhu’l Beyan” isimli tefsirinde bahse konu “yıldız”la alâkalı olarak -bir hadiste istinâden- şöyle bir rivâyet nakletmişlerdir: Peygamber Efendimiz(s.a.v.)ile Ceb­rail Aleyhisselam’ın görüşmelerinin birinde, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), Cibrîl-i Emîn’e kaç yaşında olduğunu sormuş, Cebrâil Aleyhisselâm da; “Bilmiyorum ey Allah’ın Rasûlü! Ancak (bildiğim şu ki), semânın dördüncü katında, 70 bin yılda bir kere doğan bir yıldız var ve ben o yıldızı 70 bin kere gördüm.” cevabı vermiştir. Bunun üzerine Fahr-i Kâinat Efendimiz de; “Rabb’imin izzetine yemin olsun ki, işte o yıldız benim!” diye buyurmuştur.

Yukarda zikrettiğimiz âyet tefsirleri ve nakledilen hadise istinâden, bayrağımızdaki yıldız Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’i remz etmektedir. Ayrıca bu konuda şunu da ifâde etmemiz gerekir ki, Hz. Muhammed(s.a.v)’in isminin  -bütün câmilerimizin duvarlarında asılı olan bir hat istifi olarak- Arapça yazılışı da, yıldız şeklindedir. Şöyle ki, bu hat ile “Muhammed” ismi yazıldığı zaman; “birinci mim’in başı”, “ha harfinin dirseği”, “ikinci mimin kıvrımı” ve “dal harfinin alt ve üst kanadı” beş tane köşe meydana getirmekte ve tam bir “yıldız” şeklini almaktadır.

İşte bütün bu söylediklerimizle şekillenen; derûnî bir mânevî ilham, muazzam bir târihî idrâk, “akl-ı selîm, kalb-i selîm ve zevk-i selim”in oluşturduğuTürk Milleti’ne münhasır bir estetik ve sanat anlayışı sonucu bayrağımıza nakşedilen “yıldız”la, Fahr-i Kâinât Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) sembolize edilmiştir.

BAYRAĞIMIZIN RENGİ:

 Türk Bayrağı’nın kırmızı rengi; mâlum olduğu üzere şehitlerimizin, toprağı vatanlaştıran mukaddes kanını temsil etmektedir. Çok bilinen o meşhur efsâneye göre bayrağımızın doğuşu hakkında şöyle bir rivâyet nakledilmektedir: I. Kosova Meydan Savaşı’nda şehit olan Türk askerlerinin kanı bir çukurda toplanmış ve âdeta kandan bir göl meydana gelmiştir. “28 Temmuz 1389 Günü”[3],yatsı namazında secdeden kalkan gazi başlar, bu mukaddes kan gölüne; gökyüzündeki hilalin bir yıldızla birlikte, gümüş beyazlığında bir renkle ve muhteşem bir görüntüyle aksettiğini görmüştür. Böyle bir târihî tevâfuk sonucu; gecenin bir vakti, gökyüzünde Ay’la Jüpiter’ın kucaklaşmasının ardından, savaş alanının bir yerinde şehit kanlarından oluşan kıpkırmızı bir gölün üstüne; “hilâl” ve “yıldız”ın parlak bir ışık şûlesi hâlinde düşmesi sonucu Türk Bayrağı’nın şekli ve rengi tamam olmuştur. Yâni Ay-Yıldızın kundağı şühedânın kanıyla damla damla renk almış ve Türk Bayrağı’nın üçüncü sembolü de çok mânidar bir tablo hâlinde ortaya çıkmıştır.

İlim adamları -varsayılan ihtimaller içinde- I. Kosova Savaşı sırasında bu rivâyetin gerçekleşme ihtimâlinin çok yüksek olduğunu; zîrâ 28.07.1389 Günü’nün akşamında gökyüzünde Jüpiter ve hilâl hâlindeki Ay’ın yan yana geldiğini ve zâten I. Kosava Savaşı’nın da aynı tarihte yapıldığını ifâde etmişlerdir.

Hülâsâ Türk Bayrağı’nın rengi; yukarıda zikrettiğimiz tarihî efsânenin zuhûrunda da anlatıldığı ve şâirin;

“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır

Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”[4]

 dizelerinde ifâde ettiği gibi; şehitlerimizin “dîn ü devlet mülk ü millet” için akıttığı mübârek kanını, şühedânın rûhâniyetini, vatanımızı ve milletimizi sembolize etmektedir.

 

[1] Necip Fâzıl Kısakürek, Çile, Büyük Doğu Marşı, 396

[2] Necm, 53/1-2

[3] I. Kosova Savaşı’nın yapıldığı gün

[4] Mithat Cemal Kuntay

Genel Haberleri