Bir 28 Şubat Mağduru Faruk Özger Hocam

Emekli öğretmen ağabeyimiz Faruk Özger Hocam, bu dünyanın meşakkatinden kurtularak ebedî âleme göçtü. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun ve başta ailesi olmak üzere öğrencileri ile tüm sevenlerine Allah sabır ve sağlık...

Emekli öğretmen ağabeyimiz Faruk Özger Hocam, bu dünyanın meşakkatinden kurtularak ebedî âleme göçtü. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun ve başta ailesi olmak üzere öğrencileri ile tüm sevenlerine Allah sabır ve sağlık versin. Ömrünü eğitimde geçirdiği için de eğitim camiası da bir yiğit ağabeylerini kaybetmenin üzüntüsü içinde olduğunu biliyorum. Onların da başı sağolsun.

Rahmetli Faruk Hocamı, ilk defa Sütçü imam Lisesinin müdürü olduğu dönemde tanımaya başlamıştım. Hatta o yıllarda okulun futbol takımı dünya şampiyonu olmuştu diye hatırlıyorum. Eğitimcilerin istihdamı, eğitimcilere bırakılmayacak kadar önemli(!) olduğu için Mustafa Koyuncu hocamla karşılıklı yer değiştirildiler. Birbirini çok seven bu iki arkadaş birbirinin eski okullarına yeni müdür olmuşlardı. İmam Hatip Lisesi; ilçelerdeki şube( o zaman müstakil İmam Hatip Lisesi açılmasına izin verilmiyordu), her blok/şubede ki idareci, öğretmen, ve öğrenci sayısı bakımından zirvede olduğu dönemlerde İmam Hatip Lisesi müdürüydü. Dokuz yılı aşkın İmam Hatip Lisesi müdürlüğünün son dönemlerinde 28 Şubatın kuru ayazının her inançlı insanı üşüttüğü gibi Faruk Bey’i de yıpratmıştı. Her dönemin suç ilan edilerek sanki bu milletin/devletin düşmanı imiş gibi o günün iktidarının mücadele ettiği konu da İRTİCA ve bağlı olarak dini ibadet niyeti ile örtülen BAŞÖRTÜSÜ ve devam edilen DİNİ AYİNLER gibi Anayasal ve insan olmanın verdiği haklarını kullanmak isteyen insanlar yazılı ve görüntülü medyada hedef gösterilerek perme perişan ediliyordu. İşte bu dönemde İmam Hatip Lisesinde görevli başörtüsü takan bayan öğretmenler ile kız bölümünün öğrencilerine okulda kılık kıyafet yönetmeliğini uygulamadığı başörtüsü takmalarına göz yumduğu için soruşturmalar açılıyordu. Soruşturmacılara verdiği ifadelerde hep kendisinin sorumluluğunda ve bilgisi dâhilinde uygulandığını belirterek suçlamaları başörtülü öğretmenler ve öğrenciler adına kendisi üstlenmişti. Çevresindeki eğitimciler ve dostlarından hep bu mealde olduğunu dinlemişimdir. Konuyu araştırmakla görevli iki müfettiş bey, tetikçi(!) olmadıkları için il dışına sürgün edilmişlerdi. Evet, gerektiğinde kendini dini değerler için, arkadaşları için, öğrencileri için feda edecek kadar iyi bir dosttu Faruk Hocam.

Kahramanmaraşlı olmadığım için mahallelisi, öğrencisi veya aynı okuldaki öğretmen arkadaşı olmadığım için hep uzaktan tanıyordum kendisini. İmam Hatip Lisesinde düzenlenen dini içerikli yarışmalarda/törenlerde okul müdürü olarak görüyordum. Bizler daireden dört kişi birden gidip kadro boşalınca, bu boş kadrolara gelen bir ağabeyimizdi. Rahmetli Faruk Hocamı, Ancak Milli Eğitimde şube müdürü olduktan ve benim de Mardin’den tekrar geri gelmemden sonra yakinen tanıyabildim. Bazen kendi odasında bazen diğer arkadaşların odalarında, herkesin ilgiyle dinlediği sohbetleriyle dostluklar daha da pekişmiş oldu. Kendisi ile hatırladıkça herkesi gülümseten bir MSN bir de lojman diyaloğumuz vardı.

Yatılı okullardan sorumlu iken öğrenci pansiyonlarını YİBO’lar da dâhil kız ve erkek öğrenci pansiyonlarına dönüştürmüştü. Dairedeki bütün personeli sevdiği için herkesin saygısını görüyordu. Baktığı bölüme her Cuma sabahı uğramayı ve onların çaylarını içmeyi ihmal etmiyordu. Kantinde çalışan gençler bile rahmetliyi çok seviyorlardı. Şimdi odaya geldikçe gençler, üzgün bir şekilde Faruk Hocamı kaybettik diyorlar. Bir dönem baktığı YİBO müdürleriyle bir aile gibiydiler.

Rahmetli Faruk Hocam; Hacı Parlak Hocamın yazısında, İbrahim Bilginer Hocamın şiirinde, basında çıkan ölüm haberine yapılan yorumlarda ve dost meclislerinde de ifade edildiği gibi apayrı bir insandı. İmam Hatip Lisesindeki idarecilikten alınıp Cumhuriyet Lisesine öğretmen olarak verilmeyi Faruk Hocamın bir türlü kabullenemediği ve kendisinin hem beden sağlığı hem de moral sağlığını çok etkilediği kanaati herkesçe kabul edilmektedir. Bu sebeple bu dönemin, kendisi için bir milat olduğu ve hastanede tedavi de görmüş olmasına rağmen vefat edinceye kadar da bu moral bozukluğunun devam ettiğini duyuyordum. Rahatsızlığı demek ki kendisini çok üzdüğü için, fazla ziyaretçi kabul edemiyor ve kimi dostları ve öğrencileri kendisine moral ziyareti yapmaktan mahrum kalmışlardı(Onlardan biri de benim). Ön plana çıkan rahatsızlığı diabet/şekerdi. Ancak, artık şeker rahatsızlığı neredeyse herkeste var veya çoğunluk insanımız bu hastalığa aday konumundadır. Hocamızı yıpratan esas rahatsızlığın, şekerden daha ziyade 28 ŞUBAT’ın verdiği rahatsızlık olduğunu düşünüyorum.

Tasavvufta özet olarak bir kabul vardır. Allah, sevdiği kullarına sıkıntı verir ve böylelikle kendisi ile irtibatının kesilmesini önler. Peygamberimiz(s.a.v) bir hadisinde:”Mü'min kişiye bir ağrı, bir yorgunluk, bir hastalık, bir üzüntü hatta ufak tasa isabet edecek olsa, Allah onun sebebiyle mü'minin günahından bir kısmını mağrifet buyurur." ; bir başka hadisinde de: "Bir kul, salih amel işlerken araya bir hastalık veya sefer girerek ameline mani olsa, Allah ona sıhhati yerinde ve mukim iken yapmakta olduğu salih amelin sevabını aynen yazar." Buyurmuştur. Eyüp Aleyhisselamın sabrı, hastalıklara duçar olan insanlarımıza ne güzel bir örnektir.

Rahmetli Faruk Hocam, ailesinde bir eş, bir baba çevresinde de bir büyük idi. Vefatı haliyle sevenlerini üzdü. Üzülmemek elde değil ama Allah’tan geldiğimiz gibi, tekrar O’na döneceğimizi de unutmuyoruz haliyle. Deniliyor ki; Beniisrail’de bir âlim-abid bir kişi varmış ve mutlu bir hayat yaşarken eşi olan kadın vefat etmiş ve haliyle defin edilmiş. Ama adam bu ölümü bir türlü kabullenemiyor ve evine kapanıp hiç kimseyle görüşmüyor hatta eve bile kimseyi almıyormuş. Kendisini teselli etmek isteyen dostları bu kapalı kapıyı bir türlü açtıramıyorlarmış. Sonra bir kadın gelmiş ve ısrarla görüşmek isteğini belirtmiş ama kabul edilmemiş. Kadın çok ısrar etmiş ve bir sorum/maruzatım var onun için görüşeceğini belirtince sırf kadının sıkıntısını gidermek için kabul etmiş. Kadın: “Komşum bir kadın bana, güzel bir altın kolyeyi önceden emanet olarak vermişti. Kolye çok güzel ve ben de kolyeyi çok sevdim ama şimdi tekrar istiyor vereyim mi, yoksa benim mi olsun?” Deyince Hoca: “Kolye senin değil ki niçin vermiyorsun, tabiî ki vereceksin” deyince kadın tekrar hocaya dönerek: Ey be hocam; Allah sana eşini bir emanet olarak vermişti, şimdi de emaneti geri aldı. Sen niye sitem ediyorsun?” deyince hocanın aklı başına gelmiş ve kapıları açmış ve insanların taziyelerini kabul etmeye başlamış. Yani hepimizin olduğumuz gibi, Faruk Hocam da Allah’ın ailesine bir emaneti idi ve bu dünyadaki ömrü tamamlandığı için emanet geri alındı.

Faruk Hocamın, sayıları belki de binlerle ifade edilen ve çoğunluğunun da diyanette ve eğitim kurumlarında görev yapan öğrencileri, kendisi için birer sadaka-i cariyedir. Çünkü sürekli kur’an okuyor ve dua ediyorlar hem de dualarında Hocalarını da dâhil ediyorlardır. Ne mutlu kendisine. Bizler de diğer sevenleri gibi, yüce Allah’tan kendisine rahmetler diliyoruz. Tekrar hepimizin başı sağ olsun.

Selam ve muhabbetle…

Genel Haberleri