“Bilge Hocam, fakire fikir azığı olarak dergiler getiriyor, ne güzel” deyince, Efendi Hocam nükteli üslûbuyla “Bilge Hocan dergi verir, biz balık veririz” demiş ve bu mânalı sözünü anlayamamıştım. Bir sohbetinde de “Yazarlar adama kitap okutturur, biz balık tuttururuz” deyince o gün bugündür bu sözleri üstüne düşünmeye başlamıştım.
“Bu sözlerindeki mâna nedir?” diye mutasavvıfların ve âlimlerin balık hakkında yazdıklarını okumaya başladım. Anladım ki, Efendi Hocam’ın balığa gitmesi ve balıkçı şâkirtler yetiştirmesi mâna ehlinin tâlimlerindenmiş.
“Balık veririz” derken, “gönle ve dimağa balığın mâna âlemindeki sırrını düşürürüz” diyormuş da fakir anlayamamış. Dahası, fakirin de bulunduğu yazı üstü fikir tâlimcilerinin en şahbazı olan İsmail’in, Efendi Hocam’ın balık tutma tâlimine dahil oluşunu kavrayamamıştım.
İsmail’e, “Fikir üstü yazarlıktan balıkçılığa geçişin nedir?” diye sorduğumda, Efendi Hocam’ın, “Seni, daha önce ısrar etmene rağmen balığa götürmedim. Çünkü sen balığa hazır değildin. Bilge Hoca’nın kapısına göndermiştim. Artık, balıkçılık üstüne seyr u sülûkunu tamamlayabilirsin” dediğini anlatmıştı.
Öyle ki, İsmail’in kısa zamanda balıkçılık tâliminin en şahbaz müridi olup çıktığını, tuttuğu bir balığı okşayıp suya bıraktığını duymuştum. Ayrıca bir sırrını da vermişti fakire. Anlattıklarından cezbeye kapılmıştım: “Bir Hocam’ın, balığı ‘bilme ve tanıma bilgisine’ şahit oldum. Ona, ‘hocam, seccadeyi suya ser de beraber bir namaz kılalım, balıklar da sizi seyretsinler’ dedim. Hocam ‘tamam da sen rahat durmaz, herkese yayarsın’ dedi.”
Balığın, derviş için “susma”, yani tasavvuftaki “sükût eri” mânasına geldiğini, Efendi Hocam’ın şahsiyeti üstüne Bilge Hocam’ın yazdığı bir mısradan öğrendim: “Kuşlardan uçmayı öğrendi / Balıklardan susmayı.”
Onun, Efendi Hocam’ın balıkların derûnunu bilmesi hakkında yazdığı mısraların mânasını geç fark edişime üzüldüm: “Balık tutar bir efendi / Biri Yunus, biri kendi / Gölün suyu mu tükendi / Hani Hocam balık nerde? / Aşk oltası mı suya attığın / Zokanın ucuna nedir taktığın / Bize de Hocam yoktur baktığın / Hani Hocam balık nerde? / Su azizdir Hocam, azizdir aziz / Balık değil Hocam, ülfetdir leziz / Zıplayan balıktır, bekleyen biziz / Hani Hocam, balık nerde?”
EFENDİ HOCAM’IN BALIKÇILIK SEYR Ü SULÛKUNA GİRİN
Efendi Hocam’ın peşinden balığa gittim ki, balık tutmak, fikir ve gönül tâlimi imiş. Gönlümüzü yoklayan balık donuna girmiş mübarek bir dost ve bizi suların kıyısında bekleyen bir zümrüdüanka imiş.
Öğrendim ki Efendi Hocam’ın balıkçılığı mânevî, yâni ayne’l yakîn balıkçılıkmış. Hangisine dahilsiniz? Onun balıkçılığında çeşitli tecellîler varmış. Bağlılarının balık tutmadaki sabrına, balıklara karşı muamelesine, tuttuğu balığı suya bırakıp bırakmadığına bakarak seyr u sülûka devam edip edemeyeceğini imtihan edermiş.
Balık tutmayı seyr u sülûka dönüştüren Efendi Hocam balığın zâhirini bildiği gibi, bâtınını da bilirmiş. Onunla balığa giden şâkirtleri balıkçılığın zâhirinde midirler, yoksa bâtınında mıdırlar? Yani balık tutmanın ilminde midirler, marifetinde midirler? Bu sualin cevabını fakir elbette bilemez.
BALIĞIN BÂTINI HAKKINDADIR
Erbabı bilir ki, Yunus Peygamber balığın karnında kırk gün imtihan olur. “Balığın karnı mekânım oldu” der ve imtihanına rıza gösterir. Balığın yutmasından mâna, nefs-i emmaresini aşıp sabretmek ve Rabbine teslim olmaktır. İnsanın benliği anlamına gelen balık, suyla buluştuğunda nefs-i emmaresini aşacaktır. Zamanımızda denize atılıp balığa yutulmak isteyen balıkçı var mıdır? Âcizâne derim ki bu meseleyi Efendi Hocam’a bir danışın.
İbn-i Arabî Hz.leri, “Cennetin, tesirinde kaldığı dört burçtan birinin de balık burcu olduğunu” belirtiyor. “Bu burçlar toprak, hava, su, ateş gibi unsurlardan olup, dünya ehlinin unsurlarına benzer.”
Üdebadan birinin dediğine göre, balık burcundan olanlar ve rüyasında sıkça balık görenler, yardımsever olur, kendilerine ihtiyacı olanlara yol gösterir, mücerret düşünmeye yatkın ve ince ruhlu olurlarmış. Demek ki âlimlerin, talebelerine “İlim deryasında balık gibi yüz, bir sahilden bir sahile geç” demesi bu sebepten.
BU BAHİS MÂNEVÎ TÂLİM ÜZERE BALIK TUTANLAR İÇİNDİR
Gayesi nefis ve sabır terbiyesi olanlar için balık tutmanın mânevi bir tarafı olduğu açık. Çünkü âyet buyruğuyla balık, yaratılan hayvanat arasında varlığından misal verilen bir canlıdır. Said Nursî Hz.lerini dinleyelim:
“Balıklıktan maksat, mâna-yı ismidir, kabarcıktan maksat ise, mâna-yı harfidir. Çünkü suda yüzen balık bir zâttır (benliktir). Balığın kabarcığa dönüşmesi, benliğin inkâr ve varlık bakımından suya intisab etmesi mânasına gelir. Eşyayı tecrit ve tefrid ancak bu yolla görülür. Bu, tevhidin tâ kendisidir. Yani, insanın eşyayı kendi zâtı aracılığıyla görmesi şirktir. O halde balıklıktan kabarcıklığa dönmek bu mânada bir misâldir.”
Bundan anlaşılıyor ki, Efendi Hocam gibi balık tutmayı nefis terbiyesi hâline getirenler, balıkla insanın arasında mâna âleminde bir münasebet olduğunu biliyorlar. Yâni balık benlik iken suya intisab edince kabarcığa dönüşerek ezelde verilen fonksiyonuna kavuşuyor ve böylece ehl-i balık olan kâmil insanlara kendini tutturuyor.
“KAÇAN BALIK” MÜRŞİD-İ KÂMİL İMİŞ
Kıssa-i Mûsa’da, kaçan balığın hikmeti anlatılır. Musa (a.s.) “hakikat yolculuğunda, yani iki denizin birleştiği yerde balığı kaybeder. Denize kaçan balık, Musa (a.s)’nın Hızır (a.s.)’la karşılaştığı ve ona tâbi olduğu yerdir. Kaçan balık, hakikat bilgisini anlaması için Musa (a.s.)’ın Hızır (a.s)’la karşılaşmasına vesiledir. Allah (c.c.) bu buluşma noktasının yerini, balığın kaçışını vesile kılarak gerçekleşmesini buyurmuştur.
Âlimlerin yazdığına göre, “Gaflette olduğumuz için ‘tuzlayıp’ rafa kaldırdığımız balık, gönül âleminde dolaşan ve iki denizin birleştiği yerde Musa (a.s.) ile Hızır (a.s) buluşmasına vesile olan bir balıktır. Balık, rızıktır, dünyalıktır önce. Bir sonrasında ise balık bilgidir, hikmettir.”
Tasavvufta, “kaçan balığın büyük olduğu” sözünün ne mânaya geldiğini öğrenince cezbeye kapıldım. Meğerse “kaçan balık”, Efendim Hocam’ın peşinden balığa gidip ona şakirt olmaya çalışan Yunus ve Doktor Ceran’ın kaçırdıkları balıklar değil, ölmeden önce kıymeti bilinmeyen ve dizi dibinde oturulup ders alınmayan Mürşid-i kâmil imiş.
“BALIKLARIN KURULUKLA CENGİ VAR”
Hz. Mevlânâ, Mesnevî’sinde kulların durumunu balık teşbihi ile anlatılır: “Belki O tek renk deniz gibidir, O’na dolanlar da balık gibi hayat ve neşe içindedirler. Karada gerçi binlerce renk var, ama balıkların kurulukla cengi var. Misâl olarak söylenen balık kimdir, deniz nedir ki? Yüce Mevlâ padişah, O’na benzer. Varlık âleminde yüzbinlerce denizler ve balıklar Onun ikram ve ihsan huzurunda secde ederler.”
Tasavvufta balık, Hak yolda yürüyen dervişlere benzetiliyor ve “rızık ve sabır” mânasına geliyor. Bir misâl: Genç balık yaşlı balığa, “Su diye bir şeyden bahsediyorlar, göstersene?” der. Yaşlı balık,“Siz O’ndan başka bir şey gösterin ki, ben de size O’nu göstereyim” der. Balıklar nasipli yaratıklardır ki, İskender Pala’nın ifadesiyle Yunus Emre Hz.lerinin şiirlerinin binlercesi balıklara nasip olmuş.
BALIKLARIN ERMİŞ BABA SULTANIN MEZARINI ZİYARET ETMESİ
Evliya Çelebi, balıkların insan-ı kâmillerle ünsiyet kurduğunu anlatıyor ki, Efendi Hocam’ı hatırladım bir an: “Tuna Nehri’nde bir adada Baba Sultan adlı bir ermişin mezarı var. Allah’ın hikmeti yılda bir kere Tuna’nın bütün balıkları bu Baba Sultan Adası’nın kenarına yığılır. Balık kalabalığından Tuna üzerinde balık yağı akar. Balıklar Baba Sultanı ziyaret ederler. Balıkların ziyaret günlerinde kimse balık avlamaz. Birçok kimseler balıkları ellerine alıp yine suya bırakırlar.”
“BENİ BİR DERVİŞ TUTSA BAHTIM AÇILIR” DİYEN BALIK
Bir fakir balık varmış. Sığ sularda yüzer dururmuş. Bir gün beni bir derviş tutsa bahtım açılır demiş ve bir dervişin oltasına varıp kendini atmış. Oltayı çeken derviş gelen balığa bakmış ve “Daha muradını almamış bu balık, varsın bahr-i deryada biraz daha murad alsın” diyerek sulara bırakmış balığı. Fakir bu dervişin kim olduğunu biliyor.
Hâsılı kelâm; Sabır ve nefsimizle imtihan olmak için Efendi Hocam’ın peşinden balık tutma tâlimine gitmek gerek.
-------------------------------
İLÂVE YAZI:
VELUD BİR KÜLTÜR ADAMI: MAHMUT BIYIKLI
Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi Başkanlığı sırasında “Edebiyat Festivali” gibi değerli programlara imza atan Türkçe muallimi Fikir ve gönül yoldaşım Enver Çapar’ın mektep arkadaşı ehl-i dil Mahmut Bıyıklı dostum velud bir kültür adamıdır. Uzun yıllar Yeni Dünya Dergisi ve Seyr Fm’in Genel Yayın Müdürlüğünü yürüttü. Mavi Yayıncılık’ta editörlük yaptı. HaberKültür.Net sitesini kurdu. Bezm-i Cihan’da haftalık konuşmalar yaptı.
Anlatmam şu ki, bu velud dost, fakîri unutmamış Kayseri, Eskişehir ve ardından Tataristan’ın başşehri Kazan’da yapılan “Uluslararası Kazanlı Âlimler Sempozyumu” na birlikte katıldığı dostum İsmail Göktürk eliyle üç kez selâm göndermiş.
Milat Gazetesi’nde bir müddet yazılar yazan, şu sıralar; “Hak Dostlarından Hâtıralar”, “Şehir Şiirleri”, ”Ümmetin Olduğumuz Devlet Yeter” adlı kitap çalışmaları da bulunan gönlü ve fikri güzel bu dost aynı zamanda şairdir.
“Ne zaman görsem seni bir yerde / Dilim başlardı ansızın aynı virde / Hani söz vermiştin ta lise birde / Rüzgârlara uyup estin be şakirde / Cemaatte düşmeyesin diye sıkıntıya / 30 tane abone olmuştum sızıntıya /Sense kapılıp gittin bir dev akıntıya / Selamı sabahı kestin be şâkirde…” mısralarının uzayıp gittiği “Şâkirde” başlıklı şiiri yakın ayların trajik hallerini hicveden şiirlerinden biridir.
Onun aklımda kalan güzel şiirlerinden biri de “Teravihte gülen çocuklar” dır. “Teravihte gülen çocuklar / Bütün dualar ezberinde /Ama melek mi gıdıklıyor ne /Gülüyorlar namazın orta yerinde / Teravihte gülen çocuklar /Elbet susmayı da bilirler/Kaş çatmasa büyükler/Tam otuz gün gelirler / Teravihte gülen çocuklar /Mümin, cemaatin hepsinden / Ne kızarsın imam amca /Orman bıkar mı kuş sesinden…”
Dahası var; onun, “Sırlıların son Üsküdarlısı! Bir Ahmed Yüksel Özemre geçti gönül semalarından” yazısının tadını unutamam.
Bir günü bir gününe eşit olmayan yorulmak bilmez bir kültür adamı olarak bir bakarsınız Yemen’dedir, Bosna’dadır, Türk dünyasındadır, Ümmet topraklarındadır. Bir başka zaman onu Diyarbakır’da “Sezai Karakoç ile 80 Yıl” panelinde tebliğ sunarken, “Şanlıurfa IV. Uluslararası Balıklıgöl Şiir Akşamları” nda şiir okurken, Bursa’da konuşma yaparken görürsünüz. Soluğu tükenmez bir kültür tebliğcisidir. En uzak diyarlardan ayağının tozu ile döner dönmez istirahat etmeden, Metris T Tipi 1 No’lu Cezaevi’nin kader mahkûmlarına şiir okuyarak gönül almağa gittiğini duyarsınız.
------------------------
MUARIZIM ÖMAY BİR KANAATİMİ PAYLAŞMIŞ; HAYRET!
Ey azizan!
Muarızım Ömay ki (Başmuarızım Cemay’ın adamı ve tetikçisidir) “Şükran” başlığıyla “dil katliamı” ile alakalı kanaatimi “Şükran” başlığı mesajıyla paylaşmış. Hayret! Okuyalım:
“Bir muarızı olarak, yüzyıl önce yapılan bu cinayetlerle alakalı sayın muharrir ile aynı kanaatlere sahibim ancak, islamcıların ikibinli yıllarda iktidara gelmesi ile bu sürecin tersine işlemeye başladığını, hakkın teslimi noktasından ifade edilmesi gerektiğini, olmazsa yazının eksik kalacağını düşünüyorum.”