ANI SANDIĞINDAN ÇIKAN HİKÂYELER: ÇOBAN YILDIZI
Eğitimci/araştırmacı/şair ve yazar Mustafa Okumuş, şiir, araştırma ve deneme türündeki başarılı eserlerinden sonra 12 müstakil hikâyeden oluşun Çoban Yıldızı adlı hikâye türündeki bir çalışmayla çıkıyor okuyucusunun karşısına.
1932 yılında doğan Mustafa Okumuş, doğduğu ve çocukluğunu yaşadığı köyündeki çocukluk yıllarına ait güçlü hafızasının sandığında muhafaza ettiği anılarını sanki yeni yaşanmış gibi hikâyeleştiriyor eserinde. Eser anı-hikâye oluşu bakımından Ahmet Rasim’in Falaka adlı eseriyle benzerlik gösteriyor.
Hikâyelerin konuları, 1940’lı yılların Maraş’ının köylerinde yaşayan insanların günlük hayatından alınmıştır. Okumuş, olaya dayalı bu hikâyelerdeki olayları “Okumak Tutkulaşınca” ve “Toprağa Gömüldü /Islığa Nefret” hikâyelerinde olduğu gibi ya bizzat yaşamış veya tanık olmuştur. Yani hikâyelerinin konularını yaşanmış olaylardan almış, yeniden kurgulayarak hikâye diliyle okuyucusuna sunmuştur. Hikâyeleri okuyan genç okurlar özü bizim olan fakat tanımadıkları bir dünyanın değerleriyle karşılaşırken orta yaş ve üzeri okuyucular nostaljiyi yaşayacaklardır.
Hikâyelerde Mustafa Okumuş’un eğitimci ve araştırmacı kimliğinin izlerini görüyoruz. Olaylar arasındaki sebep sonuç ilişkisi ve yanlış davranışların doğurduğu pişmanlıkların okura hayat dersi veren bir çeşni taşıması Mustafa Okumuş’un eğitimci yanının izlerini taşırken olayların geçtiği mekânların ekolojik özelliklerini, o yıllarda yapılan kaşıkçılık, avcılık, değirmencilik gibi meslekleri gözümüzde canlandıracak derecede etkili anlatımı da onun araştırmacı kimliğini yansıtmaktadır. Okumuş, yaşadıklarından ve gördüklerinden yola çıkarak Anadolu insanının tutkularını, âdetlerini, inançlarını, duygu ve düşüncelerini yine onların pencerelerinden yansıtıyor. Bu yansıtmada herhangi bir abartı ya da değiştirme görülmüyor.
Mustafa Okumuş, köy hayatının canlılığını öylesine etkili bir üslupla tasvir ediyor ki, okuyucuya anlatılanları adeta yeniden yaşatıyor: “Çamlık, seyrek çam ağaçlarının yer aldığı köyün güney yakasındaki yayvan bir yamacın adıydı. Kuşlukta çoban keçi sürüsünü buraya getirirdi. Kuşluk, davarların sabah sütünün sağım vaktiydi. Özellikle köyün genç kızları, gelinleri allı, yeşilli, ellerinde süt bakraçlarıyla Çamlık’a gelirler, keçilerini sağarlardı. İki elin narin parmakları keçinin iki memesini kavrayıp foşur foşur ak sütü bir ritimle bakraca indirirken çıkan melodiyle sağıcı, adeta kendinden geçerdi. Sonra sağıcılar, bakraç dolusu köpüklü sütle dönerlerdi evlerine. Memeleri boşalan keçiler rahatlarlar, çamların gölgesinde sere-serpe uzanırlardı. İkindi serinliği çıkıncaya dek geviş getirerek dinlenirlerdi.” (Utançlı Yaşamak)
Mustafa Okumuş’un hikâyelerinde zengin bir folklor malzemesi vardır. Kömür saymak, muska yazdırmak, kurşun döktürmek, delikli taştan geçirmek gibi geleneksel inançlar; arası kestim, çoturum eşek, çota, birdirbir, kundurabiç, çelik-çomak, yakan top, dokurcum, küsküç, yuvarlamaç gibi çocuk oyunları; tarhana, pekmez, kepekli çiriş bazlaması gibi yöresel yiyecekler hikâyeleri daha da gizemli ve nostaljik yapıyor.
Hikâyeler, 1940’lı yılların değer yargılarını kahramanların hırsından kaynaklanan olayların içinde ön plana çıkartıyor. Yazar, toplumun değer yargılarından süzülen düşüncelerini zaman zaman kahramanların ağzından aktarır: “Hey gidi Yoluk Meryem’in Almancı Bekir’i, elin Gâvuristan’ında yalnız elbiseni değiştireceğine be avanak, biraz da kafanı değiştirseydin bari!...” (Almancı Bekir)
“Ben sana güveniyorum. Çiftliğe ilim, fen taşı. Daima yeniliklere açık ol. Gereğini yap. İnsanlara iş ve ekmek kapısı aç. Sofran ve elin açık olsun. Daima senden zayıfları koru. Onlara kol kanat ol ki Allah’ın rızasını kazanasın. Benim dahi rızam budur, evlat. Yakınlarının hakkını gözet. Benim kemiğimi sızlatma. Anana, atana rahmet okut. Dünyadan başka bir şey götüremezsin. Kepenin cebi yok. Bütün bunları söyleyecek gücü ve fırsatı belki bir daha bulamam. Bunlar benim vasiyetimdir. Artık bu ailenin büyüğü sensin oğul. Unutma ki büyüklük ne yaşta ne de baştadır. Büyüklük hakta ve adalettedir.” (Çoban Yıldızı)
Hikâyelerin kahramanları, hayata tevekkülle bağlı, fakir, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki yokluk ve kıtlığı yaşayan, yazarın tanıdığı, uzak ya da yakın çevresinde gördüğü insanlardır. Ömer Seyfettin’in hikâyelerinde olduğu gibi fizikî portrelerine fazla yer verilmeyen, daha çok ruhsal portrelerine yer verilen bu kahramanların karakteristik özellikleri doğayla, toprakla bütünleşmiş olmalarıdır. Doğal ortamdan kopmaktan son derece korkmaktadırlar. “Ameliyat Korkusu” adlı hikâyede anlatıcının ağzından nakledilen “Doğayla iç içe yalın bir hayat kültürünün yoğurduğu, biçimlendirdiği daha özgür bir yaşam alışkanlığında oluşan kişiliğiniz kuralcı, statik, teknolojinin ve ekonomik zorlukların kuşattığı büyük kent kültüründe uyumdan zorlanıyor doğrusu.” cümleleri bu korkuyu ifade etmektedir.
Hikâyelerin büyük bir kısmında kahramanlardan birinin nine olması dikkat çekicidir. Belli ki yazarın çocukluğunda ninesinin önemli bir yeri vardır. Nine, hikâyelerde töreyi taşıyan, devam ettiren unsur olarak ön plana çıkması bakımından önemli bir rol üstlenmektedir.
Mustafa Okumuş’un hikâyeleri, olayların Maraş’ın köylerinde geçmesi, yerel unsurlar taşıması, olaya dayalı olmaları bakımından Şevket Bulut’un hikâyeleriyle benzerlik göstermekle beraber Bulut’un hikâyelerindeki olayların genellikle dış faktörlerden kaynaklanan olağanüstü özellik gösteriyor olması, şahıs kadrosunun daha geniş olması, çatışmanın dışa ve topluma dönük olması; Mustafa Okumuş’un hikâyelerinde ise dar çevrede insanların hatalı davranışlarından kaynaklanan ve vicdan azabıyla sonuçlanan bireysel ve içe dönük olayların işlenmesi bakımından farklılık göstermektedir.
Mustafa Okumuş’un şiir ve deneme tecrübesinden kaynaklanan akıcı ve sade bir üslubu var. “Sanalda kozasını ören bir ipek böceği gibi hep düşleri memur olma üzerineydi.” (Okumak Tutkulaşınca) cümlesinde olduğu gibi sağlam bir cümle yapısı ve zengin bir kelime dünyasına sahip. Okumuş’un yumuşak üslubu, derin ve güçlü gözlemleri sayesinde okuyucuyu sarıp sarmalıyor, okur bir nefeste okuduğu hikâyenin bir süre etkisi altında kalıyor.
Yazar kimi zaman kahramanların ağzından kimi zaman da anlatıcının ağzından otamak, kele, ünleme, taş dişemek, evsinde, cırkıldaşmak, keşik, aynız, velhan, zonturaklı gibi yerel kelimelere de yer vermekte, bu kelimeler hikâyenin diğer unsurlarıyla bütünlük arz etmektedir. Bu kelimeleri hikâyenin potası içinde eriterek doğal ve gerçekçi bir ifade tarzı hâline getirdiği için anlam sırıtmıyor.
Mustafa Okumuş, hafızalardan silinmek üzere olan bir dönemin penceresinden bakan ve bizi bu dönemin doğal dünyasında Çamlık’ta keçi sütü sağmaya, Kaşıkçı Veli’nin tezgâhında çamdan bardak yapmaya, Haydar Emmi’nin değirmeninde unluk öğütmeye, Kör Mıstık’la Bıyıklı Pınarı’nda keklik avlamaya, Küçük Ömer’le Eloğlu’na tahsil yapmaya, köy meydanında küsküç, çelik-çomak, çoturum eşşek oynamaya, derelerde çimmeye davet ediyor. Buyrun gidelim.
Ramazan AVCI