Dürüst, müeddep bir insan olabilir İhsanoğlu. Batı’nın hegemonyasından çıkmaya, demode olmuş Atatürkçü Cumhuriyetin kalıplarını sökmeye ve aslî kimliğine dönmeye çalışan Türkiye ne yapsın siyasî bir behresi olmayan sadece kibar ve akademik bir insanı.
CUMHURİYETİN TİPİK BİR MUHAFAZAKÂR BÜROKRATIDIR
İKÖ’de, üniversitede vazife yaptığında kaç Müslümanın, kaç Müslüman Türk’ün şuurunda kıvılcım uyandırmış İhsanoğlu? Devletin bir memuruydu. Kurulu düzenin, yâni Atatürkçü Cumhuriyetin tipik bir muhafazakâr bürokratıydı.
ATATÜRKÇÜ CUMHURİYET YANA FİKİRSİZ VE DÂVASIZ BİRİDİR
Hiçbir zaman İslâmî mânada muhafazakâr olmadı. Laik eşi ve ailesiyle bellidir ki kurulu düzenin devam etmesini isteyen fikirsiz ve dâvasız biridir.
Türkiye’nin statükocuların elinden kurtarılması, İslâm medeniyet dairesine yeniden girmesi ve Atatürkçü Cumhuriyet zemininden çıkıp asıl hüviyetine doğru değişmesi gerek, diyememiştir bugüne kadar. Diyecek celâdet ve fikrî cehde sahip de değildir.
Evinden çıkmayan evcil bir ev adamıdır. Siyasetin meydanlarına çıkıp ter dökmemiş, risk almamış, memleket meseleleri için kimseyle kavga etmemiş, karakola düşmemiş, hapis yatmamış bir salon adamıdır.
CHP’NİN SÜRGÜN ETTİĞİ BABASININ KEMİKLERİNİ SIZLATIĞINI İDRAK EDEMEYEN BİRİNİN TÜRKİYE’YE FAYDASI OLUR MU?
Ne kokar ne bulaşır. Suya sabuna dokunduğunu gören yok. Fahiş bir kusur olan adaylığıyla 1924’de Kemalist Chp’nin sürgün ettiği babası âlim Yozgatlı İhsan Efendi’nin mezarda kemiklerini sızlattığını idrak edemediğine göre onu, zincirlerini kırmaya çalışan Türkiye’ye devlet adamı olacak âlimandan, münevverandan sayamayız. Yazık ki yazık!
MÜSLÜMAN TÜRKİYE DÂVASINDA AKTİF VE AÇIK OLMAMIŞ HİÇBİR VAKİT
Anadolu’yu bilmez, milletle yürümemiş hiç. Millet için fikrini beyan etmemiş bugüne kadar. Kitaplarıyla, yazılarıyla, fiilleriyle Müslüman Türkiye dâvasında aktif ve açık olmamış hiçbir vakit. Yaptığı ilimlerin akademik seviyesi yüksek olabilir. Fakat kendine ve Müslüman Türkiye dâvasına ait açık yüreklilikle söylediği tek satır yok. Yâni Türkiye görüşü yok.
ONUN TÜRKİYE GÖRÜŞÜ KURULU DÜZENDEN YANADIR
Onun Türkiye görüşü kurulu düzenin devamından yanadır. Atatürkçü, demokratik, laik ve muhafazakâr… Radikal.com (18 Haziran 2014), İhsanoğlu’nu tanıtırken, kafası karışık ulusalcı kardeşlerin “aydınlanması” için, yâni altı okçularla hareketçiler için onun “Yeni Yüzyılda İslâm Dünyası” kitabından şu satırları da iktibas etmiş:
“Siyaset ve din birbirine baskı yapmamalı. Tek çıkar yol din olarak görülürse işler karışır. Demokrasi geleneğine sahip ülkelerin güllerle bezeli yollardan geçip gelmediği hatırlanırsa bir demokrasinin tesisi ancak iki temel prensibin uygulamasıyla mümkün olabilir: Çoğulcu demokratik uygulamalarla İslam'ın öngördüğü iyi yönetim arasında esasta hiçbir uyumsuzluk bulunmuyor.
Bunlardan birincisi toplum meselelerini ele alınışında iyi yönetişim, şeffaflık ve güven tesisi. İkincisi de özenle oluşturulacak insan hakları akideleri içinde siyasî hürriyetlerin kapsanması. Kilit önemdeki bu iki prensip yerine konmazsa Müslüman toplumlarıın siyasete aktif kesimleri için tek çıkar yol hedeflerine dinin çerçevesinde aramak olacaktır. Bu senaryonun gerçekleşmesi halinde işler daha da karışabilir. Bugündenken daha zor hale gelebilir.
“DİN VE DEVLETİ AYIRAN ÇİZGİ NET OLMALI” DİYOR İHSANOĞLU
“Din ve devleti ayıran çizgi net olmalı. Müslüman toplumların günümüz dünyasında kararlılıkla ileri gidebilmeleri için siyaset alanı ile din alanı arasındaki ilişkiyi bunları birbirine karıştırmayacak şekilde tanımlamaları gerekir. Bu ilişki karşılıklı olarak yetkilerin ayrılığına dayanmalı, ayrıca çoğulculuğa yer verilmeli ve bunu benimsemeli ve aynı zamanda siyasî gücün elden ele geçimi de demokratik usullere elvermeli. Din alanının siyaset üzerindeki ve siyasetin din üzerindeki kontrolü kaldırılmalı. Bu ikisini birbirinden ayıran çizgi net ve açık olarak çizilmeli.”
Bu satırlar onun statükoc u, yâni Atatürkçü Cumhuriyet düzeninin devamından yana olduğunu göstermiyor mu? Meşum “Gezi hâdiseleri” için dedikleri de onun mantalitesizliğini gösteriyor:
“Bu mesele çevre hassasiyetiyle doğdu. Ve doğduğu nokta haklıdır. İnsanların çevre konusunda, şehrin düzenlenmesi konusunda bir fikir beyan etme hakkı vardır. (…) O bakımdan Gezi olaylarının başlangıç noktasını anlayışla karşılıyorum fakat sonra aldığı şekil beni rahatsız etti.”
Gezi hâdiseleri “bir çevre ve ağaç meselesi” öyle mi? Mantalitesini bundan anlamak gerek. Anadolu insanı ki, siyasette âriftir; adamı dilinden, sözünden bilir. Göreceksiniz, Cumhuriyet muhafazakârı İhsanoğlu’na “Sen de kimsin efendi…?” diyecek ve evine gönderecektir.
Suriyeli Esad’a diktatör, Mısır’daki darbeye darbe diyemeyen muhafazakâr “görünümlü” laik, demokratik ve Atatürkçü olan İhsanoğlu’ndan seksen küsur yıllık statükonun zincirlerini kırmaya çalışan Türkiye’ye cumhurreisi olur mu ey ahali?
-------------------------
İLÂVE YAZI:
Ey azizan! Yine bahtiyarım.
Geçen gün gönül dostum şair Ufuk Türk, tâ Iğdır’dan kalkıp bu fakirin sokağında Mehmet Yaşar ve H. Ahmet Eralp’le birlikte mahzun bir gurbetçi olarak oturup yüreğimi dağlamaya gelmiş.
Nasıl cezbeye kapıldım bilseniz. Yanında şiiri olup olmadığını surdum. Sonra gurbeti üzerine sohbet ettik. Mânevî gurbetinin ağır, maddî gurbetinin ise hafif gurbete girdiği hakkında hasbıhal ettik vesselâm.
--------------------
Bahtiyarlığımın ikincisi yine gönül dostlarımdan Ferhat Ağca cirmi küçük, fakat cürmü, yâni fikri ve uyandırdığı tedailer bakımdan anlayınız, bir yazı yazmış ki, iyi yazının unsurlarını taşıyor. Kütük, nakış, fikir, çağrışım gücü, ahenk ve musiki bu yazıda tastamam yer bulmuş. Tabii ki en başta Türkçesi yerli. İyi yazı’ya numune olan, gönül ve dimağa yazı lezzeti veren “Bir Garip Türkü”yü bir türkü eşliğinde okumanızı dilerim:
“BİR GARİP TÜRKÜ
Bir asırdır mola vermiş bir Türküdâr ve bir asır ara verilmiş bir Türkü.
Belki bir Diyarbekir türküsü, belki Kerkük, belki bir Yemen türküsü.
Mehterler vurulan, Gülbanklar çekilen bir garip türkü…
Doğu Türkistan’ın, Saraybosna’nın, Yemenin, Musul’un özlediği bir Türkü.
Sakarya iyi bilir bu türküyü, Tuna iyi bilir, viyana kapıları iyi bilir, Kerkük’teki bakkal amca, Gazze’deki yetim çocuk, Şam’da kepenk kapatmış esnaf iyi bilir bu türküyü.
Bir yol verse Türküdar; hatırlayacak herkes bu türküyü. Kan kokusundan yüreği yananlara su serpecek, Albayrağa susamış çöllere tohum ekecek.
Bir çalsa; başı okşanacak Gazze’deki bir yetimin,
Bir çalsa; kepengi açılacak Şam’daki bir berberin.
Yetmez mi bir asırlık akort…
Teller yerine oturmadı mı? Mızrap bulunmadı mı?
Hicaz’da, Kudüs’te ezan okundu! Cemaat bekler! Bir yiğide hasret çöller bekler!
Vursun davullar, çalsın zurnalar! Yükselsin Musul’dan Kerkük’ten zılgıtlar…
Döşensin keçeli raylar, son sefere yetişsin Hasan amcalar…
Sussun tüm kâinat…
Essin bir bad-ı sâbâ, uğrasın semti Haremeyn’e, selamını arz etsin Anadolu’nun; RESÛLÜSSAKALEYN’e”
---------------------
Ey azizan! Bahtiyarlığımın üçüncüsü de iştirak edemediğim, dostlarımın bulunduğu bir bağevi toplantısında bu fakirin hakkında atıp tutmuşlar…
Siz anlayın işte. Dostlar arasında bulunan fikir ve gönül dostum saf Türk saf Müslüman Hacı İbrahim Arıkmert bu fakiri celâl ve celâdetle savunmuş ki, gönlüm inşirah buldu. Şüphesiz o mecliste hakkımda konuşanlar dostumdur. Fakat dost dediğin Hacı İbrahim Arıkmert gibi esip gürleyerek savunmalı insanı. Hem savunmuş hem de aleyhimde konuşmuş, ne kadar memnun oldum. Okuyup duymayanlar için bir daha belirtelim ki “aleyh” tasavvufî mânada olup iyi bir şeydir.