Hepimizde şöyle müstakil, bahçeli, modern nitelikte bir ev özlemi vardır. Kum medeniyetinin kuşattığı kuşaklarız. Aslında kum yığınlarının, yapay çimentolarla yapıştırılmasıyla oluşturulan şehirler;  yapay kültürün kaynaştıramadığı, çürük şehir medeniyetini üretiyor. Bu durum, 3.dünya ülkelerinin ve gelişmekte olan ekonomilerin sorunu aslında.  Çarşaf gibi açılmış şehirler yerine, topaçlaşmış, büzüşmüş, dar alana yığılmış şehirler…

İstanbul ile aynı nüfusa sahip Londra’nın yerleşkesinin daha geniş alana yayıldığını, araç sayısının çok daha fazla olmasına karşın; toplam akaryakıt tüketiminin daha az olduğunu söylesem, sebebini tahmin edersiniz: Londra’da trafik tıkanıklığının yaşanmamasıdır. Londra’da, şehri topaç gibi bir alana yığmak yerine yayvan bir şehir mimarisi uygulanmıştır.

Sadece trafik sorunu değil, dar alana yığılmış şehirler bir yığın sorunu da beraberinde getiriyor.  “Balık gölüne göre büyür” der atalarımız. Dar şehirler, neslin fiziksel ve ruh sağlığını, beyin ve ufuk gelişimini ne kadar etkiliyor mesela. “Şehir medeniyet”imizi kaybederek, medeniyet sandığımız “Şekil medeniyeti” nin mahkûmları olduğumuzu ne zaman fark edeceğiz? 20 yy.daki Yüksek katlı beton yapıların yerden bir hortlak gibi fışkırışı, “ŞEHİR medeniyetinden”, “ŞEKİL medeniyetine” savruluşun yansımasıdır.

Şehir ve Şekil medeniyeti kavramlarını da biraz açmak gerekirse: Şekil Medeniyeti müdahalecidir, fıtratı değişime zorlar; Şehir Medeniyeti mücadelesini fıtratı korumak için yapar.
Şekil Medeniyeti giyime ve dış görünüşe değer verir; Şehir Medeniyeti öze ve niyete değer verir.
Şekil Medeniyetinde bireysellik esastır; Şehir Medeniyetinde toplumsallık esastır. Şekil Medeniyeti, mekâna tanım ve isim verir; Şehir medeniyeti, mana ve ruh verir.
Şekil Medeniyeti, kibri, riyayı ve nefsi okşar;  Şehir Medeniyeti, aklı, gönlü ve ruhu okşar.

Ülkeye ve ülküye ait medeniyet tasavvurunda, ekonomik ve zihinsel gelişimimize paralel olarak, “Şehir Medeniyetini” inşa ve yeniden ihya edecek “şehirler” planlamaya ve kurmaya mecburuz. Liman ticareti şehri, çeşitli sanayi şehirleri, tarım şehirleri, turizm şehirleri, kültür ve yaşam şehirleri gibi… Ülkemizde şehirleri, coğrafi, jeopolitik-stratejik, iklimsel, vb. yapısına uygun olarak planlamalıyız. Bu durum, öncelikle şehirlerin niteliğinin, “ilan” edilmesi ile başlayabilir.

Bu bağlamda Kahramanmaraş değerlendirildiğinde: su zenginliği, güçlü coğrafi yapısı, ülkenin en ideal iklimine sahip olması ve zengin kültürü ile “Bilim, Kültür ve Yaşam Şehri” olabilir. Kurulacak uluslararası üne sahip Üniversiteler için en güzel iklim ve coğrafyaya sahiptir. Bununla birlikte bu şehrin bir sanayi şehrine dönüşmesi, bu coğrafyaya ve iklime ihanet olur ve olmaktadır. Dev fabrikalar, bu güzelim coğrafya yerine, kıymetsiz arazileri işgal etmeli ve her türlü atıkları çevreye en az zararı verecek bölgelerde kurulmalıdır. Mesela boya fabrikaları iç şehirler yerine, turizme kapalı olan, kıyı şeridinde kurulmalıdır. Nasıl ki nükleer santraller özel bölgelerde kuruluyor ise benzer hassasiyet bu tür fabrikalarda da gösterilmelidir. Çünkü 10 boya fabrikasının verdiği zarar nükleer santralden az değildir.

Yani Kahramanmaraş’ın, “Bilim, Kültür ve Yaşam Şehri” ilan edilmesi bir başlangıç olabilir. Sonrası anlamına uygun bir süreçle gelişecek ve gelecektir.

Mesela yeni açılacak imar alanlarındaki yapılar, kesinlikle bu medeniyet tasavvuruna uygun olarak, az katlı olmalıdır.  Tasavvur ve ülkü, şehri bir topaç gibi sıkmak yerine, bir çarşaf gibi yaymak olmalıdır. Bir gün, masmavi bir Sır kıyısında, 2 katlı villalardan oluşan, ucu tâ Kızılseki’ye kadar uzanan bir şehir hayal edin. Sır barajında sandalların turladığı; kıyılarında, ülkenin en seçkin eğitim kurumlarının, üniversitelerinin, kültür merkezlerinin, spor komplekslerinin yer aldığı, geniş ve ferah bir alana yayılmış, alçak katlı ama yüksek kültür ve medeniyete sahip bir şehir kurulabilir. Allah’ın arzı geniş değil mi? Ne diye tıkış tıkış binaları yığarız üst üte.

Geliniz, kum medeniyetinin tozuyla şekillenen “şekil medeniyetinin” esaretinden kurtulup; bizim bin yıllık köklü medeniyetimiz olan, “şehir medeniyetinin” yeniden dirilişine bir kapı aralayalım. Geliniz, beton duvarlar arasında açan bir çiçeğe mahkûm değil, çiçek bahçeleri arasından fışkıran medeniyetler inşa edelim.

İsmail Çelik

04.06.2014